Zor kararlar verirken kış daha bir kış, ot daha bir ot ve ova daha bir ova oluyordu. Otla ovanın rengi daha da yeşile doğru, kışsa griden siyaha soğuyup yalnızlaşmıştı.


"Karar vermek için ne kadar güçlü olmak gerekiyor?" diye düşündü. Güçsüz müydü? Genelde zorluğunun nedeni çok basitti. Kalbe yenik düşmemek için aklın bir olan yolunda kendinle barışmak içindi bu savaş.


Sabahın erken saatinde, iki adam nezaketle kibarlık arasındaki farkı tartışırlarken, kısacık da olsa nezakete kendini daha yakın hissetti. Kibarlığın kibirle bir alakası olmalıydı. Derken zor kararı, anı ikiye böldü ve nezaketsizliklerin bu kışın ortasında, bu ot kokusunda, rüzgarlı ovalarda çoktan toplanmış ve bir sonraki yağmura kadar yüzünü göstermeyecek mantarları aramak gibi bir şey olduğunu düşündü. Yağmur incelikti. Yağmur devamı getiriyordu. Nezaket yoksa zor kararları vermek yolu belli ediyor, işi kolaylaştırıyordu. Tıpkı yağmur yoksa mantarın da olmayacağı gerçeği gibi. Mesele aldırmamayı becermekti ki o, bununla hiç tanışık değildi. Ayakları, sürülmüş tarlalarda hafif çamur olan toprağa batarken "Gitme zamanı değil çünkü zaten orada değilsin, göndermeye gerek yok çünkü zaten burada değil." dedi kendi kendine. "İstediği neydi?" diye düşündü bir an. Yeniden başlamak mı? Elbette doğru soru buydu. Kaçıncı olacaktı bu yeniden başlayış? Yazdan kışa geç kalmış bir özrü kabul etmeyecek, pişmanlığı affetmeyecekti. Herkes kendi kışında, pişmanlığıyla, özlemiyle, aşkıyla, baş etmeliydi. 


Kış, onunla eve gelmişti dün tüm bunları düşünürken. Ot ve ova orada kalmıştı. Belki bir gün başka bir zor karar vereceğinde yine onlara danışırdı. Otlar, ovanın rüzgarı ve kokusuyla bu yeniden başlama fikrinin iyi bir fikir olmadığını fısıldamıştı. Oradan ayrılmadan önce nezaketsizlik olmasın diye otlara, "Bir mektup olsaydım eğer, boş bir kağıt parçasına, belki anlardı bölünmüş zamanların acılı bekleyişlerinden sonra sessizliğimin sebebini," dedi. "Kollarım ağır geliyor koltuklara, koyacak yer bulabiliyor mu o özlediğinde beni? Aklıma gelince; an, müzik gibi şimdinin geçmişe en hızlı hapsolduğu ve geleceğin bir sonraki ölçüde hemen bekliyor olması gibi, aşkın eski Romalıların ikiyüzlü tanrısı Janus'un bir yüzü Doğu'ya bir yüzü Batı'ya bakıyor olması gibi. Sarı bir zarfa saklanmış boş bir mektup, kollarını koyacak yer bulmayan ikiyüzlü aşk. Ortasında sanki yoldan gelmiş bitkin, aç susuz bir yolcu gibi. 'Diyecek çok şey var da yetecek laf yok.' derken adamın biri, lokmalar diziliyor boğazıma. Yüzüne çarpıp gökyüzüne savrulmak isteyen sözler tıkıyor boğazımı. Bu yüzden haklısınız, yeniden başlamak iyi bir fikir değil." diyerek batıya doğru yol almaya devam etti.


O, dağın arkasında doğuya doğru bakarken ikiyüzlü Tanrı Janus'a benzeyen aşklarının ters taraflara bakan yüzleri olarak kış kırgın geçecekti.