Kadın, penceresine vuruyor evin. Kimse yok mu, diyor. Ev sahibi teyze çıkıyor sonra, buyur ediyor. Tabii şimdi açıklamak gerek, bizler modern çağ salgınındayız. Pandemi diyorlar. O yüzden buyur eden isteksiz, buyur edilen de reddeder tavırda sohbeti sürdürüyor. Sonra kız çıkıyor pencereye. Evin kızı. Ama yirmili yaşlarında, otuzlarına yakın belki, cüsseli, esmer, sesi tüm sokağı inleten bir kız. Ağlıyor. Beni dövdüler, diyor. Hastaneye yattım, beni dövdüler. Annemi arattım, beni kurtarın dedim. Şizofrenmişim, doktor öyle dedi. İlaçlarımı düzenli alıyorum artık, üç gün önce çıktım, şimdi evdeyim, diyor. Ama beni dövdüler, diye ekliyor tekrardan. Tanıyorum bu kızı. Bir kere muhabbetimiz oldu çiçeklerimi sularken. “Kolay gelsin.” Hepsi bu kadardı. Abisinin arabasını yıkıyordu, gülerek teşekkür etti ve aynı dileği sundu. Yine bu kadardı. Ama yeterliydi. Yüz ifadesi, neşesi, araba yıkarkenki şevki, geçerli bir muhabbetti. Sonra ne mi oldu? Hiç. Arada bir yaptığı gibi mutfaktayken telefonu hoparlöre alır ve konuşmaya başlar. Hala, amca, kuzen, teyze tek tek aranır. Belki de hiç merak etmedikleri halde “arayayım dedim, hastaneden çıktım, şimdi iyiyim, ilaçlarımı kullanıyorum ama beni dövdüler” cevabını alırlar mutfaktan. O bunları söylerken karşı taraf muhtemel şöyle düşünüyordur: “bu kız da hem cüsseli hem deli. artık kesin evde kaldı.” Abartmıyorum. Her gün duyduğum seslere ve konuşmalara baktığımda, bu tarz bir aile yapısında oldukları yüksek muhtemelde. Evdeki tek bekar çünkü. Arabayı yıkayan da o, temizliği yapan da, yemekleri hazırlayan da. Ama bir arkadaş sorsanız, size yok derim. Ne bir arkadaşını aradığını duyarım ne de dışarıda bir arkadaşıyla buluştuğunu görürüm. Yapayalnız. Aile yapısının gerektirdiği her işe ruhi sıkıntılarıyla beraber kendisine verilmiş bir “ödül görevi” gibi koştuğunu, ama karşılığında bir sevgi sözcüğü duymadığını da bilirim. Tüm sokağı görüyorum ve duyuyorum. Karşı çapraz balkonda saatlerce bağıra çağıra telefon sohbetleri yapıp, eve geçince de karısını döven adamı. Bir başka tarafta erkek evladına methiyeler düzüp, kızlarına “gerizekalı kaldır şunu, kardeşine bak çabuk” diye çığlık atan kadını. Bir başka balkonda (neden bütün mahalle telefonu hoparlöre almaya meraklı bilmiyorum) çağımızın hastalığı Corona sebebiyle salınan ve ev karantinası verilen torbacının flörtleriyle tehditleşmesini duyuyorum. Evet flörtleriyle, artık hangi sosyal medyada platformundan tanışmışsa... Sonra da kankalarını arar, muhtemelen suç ortaklarını, nasıl salındığını ve kaç davası olduğunu anlatmaya başlar. Sonra Corona’nın ciğerlerini nasıl bitirdiğinden bahseder ve defolup içeri girer. Evet, gece gündüz adab-ı muaşeret kurallarından haberi olmayıp da çiftlik ineği gibi böğüren insanlar evlerine normal bir şekilde girmez. Defolup içeri girerler. Onlara böylesi yakışır. Daha bitmedi, bir balkon daha var. İki kız bir erkek evlat. Hepsi küçük. Zaten mahalledeki tek yetişkin ya da yaşıtım bizim dayak yiyen kız sanırım. Neyse, çocuklar babalarına aşık. Klasiktir. Adam eve gelir, sevinç çığlıkları kopar, adam da buna karşılık verir, üç dakika sonra da kıyamet kopar. Karısı ya çocukları başından almalı ya da kendisi biraz dinlenmeli, belki de soyunup dökünmelidir. Sonrası insanın dengesini bozacak şekilde tatlıya bağlanır ve kıyamet kopmamışçasına sevinç gösterileri devam eder. Bakın, çapraz taraf yine başladı balkondaki telefon muhabbetlerine. Sanki bizler dinlenirken ya da kitap okurken ya da ders çalışırken onun bed sesini duymak zorundaymışız gibi. Ama biliyor musunuz, bu çılgın gürültücü ve karısını döven pislik adam mahalleden geçen herhangi bir davulcuyu ya da seyyar satıcıyı gürültü yaptığı için baya bir azarlar. Sesi de maşallah, bizim kız gibi tüm sokağı kaplar. Biraz ofansif mi benim hikayem diye düşünür gibisiniz. Hayır efendim, hepimizin yaşadığı kısa hayatın gerçek bir kesiti olduğunu biliyorsunuz aslında. Yalnızlığın, cehaletin, suçun, ataerkil zihniyetin yankılarını her gün duyuyorum masamın başında. Her gün birbirine tahammülü kalmamış ama komşuların önünde sevecenlik şovuna kalkan ev hanımlarını duyuyorum. Her gün iki dakika sonra o taptıkları erkek çocukları ağlamaya başlarsa, delirip küfrederek kaçıp giden babaları duyuyorum. Ev hanımlarının da kızlarını öteleyip baş tacı ettikleri erkek bebeleri biraz zırlayınca, çığlık çığlığa kızarak çocukta yaşattıkları travmaları duyuyorum. Evet, çığlık atarak kızıyorlar çocuklarına. Gerçekten akıl hastanesi görünümü veren evlerden gelen sesler bunlar. Çığlık. Burada herkes derdini bu şekilde anlatıyor. Ya gülerek, bağır çağır telefon konuşmaları yapıyorlar ya da çığlık atarak eşleriyle veyahutta çocuklarıyla tartışıyorlar. Efendim, bu çocukların geneli 1 - 13 yaş aralığında. Yani ebeveynler için lokmalık bir tartışma üyesi değil mi? Böyle işte, bunlar modern çağ insanları. Modernler. 2020 yılında, dünyayı kasıp kavuran öldürücü bir salgının yazdığı oyunu sahneliyorlar. “Evde kal” çağrıları yapıldığında komşu komşu geziyorlar, sokağa çıkma yasaklarında mutlaka pikniğe gidiyorlar ya da ekmek alma bahanesiyle fırına koşuyorlar. Ceza yememek için de ellerinde iki adet somun ekmekle geziyorlar. Olur da polis durdurursa, ekmek aldım diyecekler. Bunlar modern insanlar işte. Alt katta oturan insana huzur vermezler. Mutlaka yere gülle atar gibi sesler çıkarırlar, hiç önemli değildir. Karşı evlerden gelen kavga sesleri, çığlıklar, küfürler, dayaklar da mühim değildir. Kim duyarsa duysun, ne utanacakları var ki? Sonuçta modern insanlar. Arabaları ve evleri, küçük çocuklarının ellerinde telefon ve tabletleri, dolaplarında en az beş aileyi dolduracak erzakları, güzel seçilmiş mobilyaları var. Daha ne olsun? Bunlar modernlik için yetmez mi? 1920’lerden itibaren bu şekilde modernleşmedik mi zaten? Fransız usulü kumaşlar, İngiliz tarzı mobilyalar, valsler ve balolarla kendimizi modernizme yamamadık mı? Dışarıda peçete satan bir çocuğu ya da yemek parası isteyen yaşlı bir kimseyi görünce bu “sözde insan”lar, vebadan kaçar gibi kaçmıyor mu? Kimisi de cüzzamdan kaçar gibi zaten. Kendi çocuklarının ağız şapırtıları karşı eve gelen insanlar, arabalarıyla övünen insanlar, karısını döven insanlar, eşine söven insanlar, evde kalmış kızını azarlayan insanlar, erkek evladına tapan insanlar, kız evlatlarına küfreden insanlar, yere balgam atmadan yürümeyen insanlar, cepleri para dolu ama yürekleri bitmiş insanlar... İşte bunlar, bunlar modern insanlar. Düşünmeyen, sorgulamayan, karşısındakiyle alışveriş ve para dışında sohbet edemeyen, başka bir sohbete kelime dağarcığı yetmeyen, dünya görüşü hükümeti eleştirmek ya da yüceltmekle sınırlı kalan, çocuklarının ödevlerinden zerre anlamayan, sadece bağırmak ve yemek yapmakla zaman geçiren, içi kof, kafaları alık, beyinleri boş, nezaket ve hoşgörü yoksunu insanlar. Bunlar işte, modern insanlar. Ben mi? Ben bu konumda üç yıldır aynı masanın başında izliyorum bunları. Hayır, ben daha beterim efendim.