Ahşap sandalye gıcırdadı. Gerçi sadece gıcırdaması iyiydi bile çünkü üstünde en az yüz kilo bir dev oturuyordu. Yağlarının yanında aynı zamanda kemikli olan vücut yapısıyla insanın gözünde gittikçe irileşen bu yaşlı dev, insanı hayrete düşürüyordu. Sakallarında hala siyahlar bulunuyordu, saçlarını görmekse zordu çünkü başında onu biraz komik gösteren beyaz bir kaptan şapkası vardı. Aslında bu lüks yatın kaptanı da o sayılırdı. Boş verelim lafı uzatmayı, bu adam yatın sahibiydi ama milyonluk yat sahibi bir adam olmasına rağmen yatı kendi sürmeyi tercih eder ve asla bir kaptan aramazdı. Yani o zengin ve pinti bir kaptandı.


Heyecanla bir şeyler anlatırken sandalyede bir ileri bir geri gidiyordu. Elleri de o anlattıkça havada daireler çiziyor, hızlı hızlı daha farklı şekillere giriyor, muhabbetinin etkileyicilik katsayısını arttırıyordu. Karşısında onu dinleyen genç, teni güneşin altında iyice kararmış; zayıf ve kısa bir adam oturuyordu. Ara ara kalın ses tonuyla korkutucu kahkahalar atan bu yaşlı adamın ağzından çıkacak bir diğer kelimenin ne olacağı merakıyla siyah gözlerini iyice açmış ve parlatmıştı.


"Bak," dedi şapkalı yaşlı bey, başparmağıyla işaret ve orta parmağını bu yemek leziz dermişçesine birleştirdi ve sallamaya başladı ama konuşmadı. Eli bu şekilde sallanırken kelimeler sanki ağzında pişiyordu. "Ben şunu anladım, güç her şeydir, yine biraz duraksadı, bu dünya güç üzerine kuruludur oğlum. Ona sahipsen her şeyi yapabilirsin. Her şeyi!" diye şiddetle yineledi. Bazı insanlar barıştan, hümanizmden bahseder. Hümanizm ne biliyor musun?"

"Ben, bilmiyorum abi. Doğacılar mı?"

"Doğacılar?" gözlerini kısıp hafiften gülümsedi ve genç adamın bu terimi bilmediğini anladığı andan itibaren onu küçümseyen bir ifade takındı. Biraz mütevazı olmaya çalıştı ama bu tavır ona pek yakışmadı. En azından koca göbeği bunu engelliyordu.

"İnsan sevgisi demektir Ali, insan sevgisi." Biraz güldü kendi kendine ve sonra devam etti: "İnsan sevgisi. Aaa, hepimiz isteriz bunu de mi? Birbirimizi sevelim, her şey daha güzel olsun. Yok! Öyle bir dünya yok. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. İnsanın doğası güce itaat eder, sevgiye değil. Bunu iyice öğrendiğim andan itibaren yumruğumu sıktım ve dedim ki: 'Onlara gücümü göstereceğim! Bunu gösterebildiğin kadar varsın. Yoksa bu dünyada pek değerli değilsin e güzel kardeşim.'" Bu sırada elini yumruk yapmış onu gösteriyordu. Ali denen genç, çekinerek kafasını sallıyordu ve adamı onaylarken bakışları aşağıya, kendi ayaklarına doğru kaydı. Ayakkabıları gözüne çarptı. Tekinin önü öyle açılmıştı ki neredeyse parmakları dışarıya çıkacaktı. Sonra pırıl pırıl olan yatın içerisine göz gezdirdi, biraz utanç duydu. Yumruğu havada olan yaşlı adam bu sırada lafını bitirince yumruğunu bir anda masaya vurdu. Masanın üstündeki rakı şişesi, kadehler ve meze tabakları bir anda oradan oraya savruldu, biraz şangırdadı. "Rakı da bitti. Neyse, ne diyorduk? Güç oğlum, güzel yavrucum. Ben de ne yaptım, para kazanmaya başladım. Çünkü para demek direksiyonun sende olması demektir. Bak, her yol senin tercihindir. Başına gelen her şey... Güç sahibi olduktan sonra da tabii bu var. Sorumluluğun var. Gücünü nereye yönlendireceğin, hangi yolu tercih edeceğin de büyük mesele." Ali bu arada başını sallamaya ve hızla onaylamaya devam ediyordu. "Ben hep gözümü açtım, gözüm açıkken karar verdim. Olay bu. Mantıklı olanı her an görmek, yapabilmek... Seni büyütecek ne varsa onu bulabilmek," Garip bir şekilde yaşlı adam bunu söylerken göbeğini tutup bir aşağı bir yukarı salladı. "Salak olmayacaksın."


"Doğru diyorsun abi." dedi kısık sesiyle genç.


"Bak, bir de mütevazı olmayı bileceksin, ben egolu biri olsam seni yoldan çevirip konuşur muydum? Yatıma aldım, tanımadığım adamsın sen, benim yatım, katım, arabam, şirketim dolu ama ben insanlığımı kaybetmedim insanlığımı! Herkesi insan görürüm, öyle yargılarım, kimse benden düşük değildir. Ben istesem insanları satın alırım ya satın, öyle insanlar var... Ben samimiyete inanırım abi ama işte ve insansa değerlidir. Öyle çocuk, neyse ne. Lafı uzattım, teşekkür ederim, durdun, benim geceme eşlik ettin, işlerin vardır şimdi, hadi oyalamayayım."


"Yok abi ne kusuru, sıkılıyordum zaten, teşekkür ederim, iyi gecelerin olsun." derken genç kalkıp hemen adamın eline yapıştı ve hızlı adımlarla yattan çıktı. Bu sırada yaşlı adamın sesi tekrar duyuldu. "Birader şurayı toplayayım, hemen bu çöpleri de giderken atar mısın be?"


"Tabii abi, ne olacak."


Adam masanın kaba çöplerini ve yatında önceden biriken çöpleri güzelce poşetledi ve çocuğa uzattı.


"Bak ben şimdi uyumayacağım ha! Öyle keyfine düşkün değilim, hala bu yaşta çalışırım, yatı güzelce sileceğim, süpüreceğim, parlatacağım. Tuvaleti için bak, yol yürüdüm biraz önce tekelin birinden özellikle tuz ruhu aldım geldim." Bu arada masanın yanında yerdeki pet şişeyi gösteriyordu. "Adam satmıyormuş normalde ama inatçıyım ben, şişeye kattırdım. İnatçı olacaksın hayatta! Her şeyin usulünü bileceksin! Almasını bileceksin!"


Genç adam yine kafasıyla onayladı ve tekrardan vedalaştıktan sonra kağıt topladığı tekerlekli arabasını sırtlayıp gecenin karanlığında kayboldu. Yaşlı kaptanımız ise göbeğini okşayarak "Acıktık be!" diye serzenişte bulundu ucu bucağı görünmeyen denize. Dolaptan peynir ekmek ve biraz salatalık çıkardı. Bir güzel yedi. Hatta öyle güzel yedi ki ekmek ve salatalık bitti. Fakat açlığı hala bitmemişti. Geriye sadece üç büyük dilim peynir kaldı. Onları da dayanamayıp hızlı hızlı ağzına attı ve üzerine hayvanlar gibi geğirdi. Tuvalete gitmeye üşendiği için yatın bir ucundan zevkle denize işedi sonra. Geri gelip masanın yanındaki sandalyeye oturdu ve telefonunu çıkardı, sıkılmıştı. Rehbere girdi. En üstten en alta inmek kolay oldu rehberinde. Bu saatte arayacak kimse yoktu. Sonra biraz düşününce gündüzleri de arayacak kimsesinin olmadığı aklına geldi. Bu sırada çok susamıştı. Ah, o peynirler...


Suyu içip uyumak istedi. Evet, artık uyuma vakti gelmişti. Gözleri neredeyse kapanmak üzereydi. Oturduğu yerden kalkmadan yerdeki su şişesini aldı ve olabildiğince hızlı ağzına dayadı. Kana kana içti. Şişenin içi boşaldıktan sonra şişeyi denize doğru fırlattı. Yine bir hayvanmışçasına geğirdi ancak bu sefer bir gariplik vardı. Sanki tat ve koku hissiyatı bir anda gitmişti. Sonrasında kana kana içtiği şeyin su değil, lüks yatının tuvaletini parlatacak olan o en güçlü asitlerden biri, yani tuz ruhu olduğunu fark etti. Birkaç dakika sonra yere düştü. Artık pek de güçlü görünmüyordu.