Genç kız odasına girdi. Düzgünce örülmüş saçlarını açtı, taradı, tokayla sıkıca bir atkuyruğu yaptı, kıyafetlerini değiştirdi. Masasına geçip saatlerce ders çalıştı, yemek yedi; akrep, gece on biri vurduğunda ise yatağına yöneldi. Yatağına yattı ve günün belki de tek özgür zamanını yaşadı. Uyumak için girdiği yatakta, kafasındaki ütopyaları yaşattı. Bir saat geçti. Uykusu hafiften açıldı. Sağ tarafına döndüğünde, dolabının aynasından yansıyan kendine baktı. Hiçbir şey hissetmedi. Ütopyasındaki kendisinden çok uzaktı, olmak istediği kişiyle aynadan yansıyan kızın alakası yoktu. Derin bir nefes aldı. Mutluydu, değil mi?


Değil.


"Kafamdaki ben bu değil. Ruhum böyle değil." cümleleri zihnini doldurdu, zihni o kadar doldu ki sığamadı artık, gözyaşı olup damla damla aktı. Aynadaki yansımasına bakarak bir saat kadar ağladı. Bir saat kadar sesini bastırmak için uğraştı, yanına bir baş ağrısı kaldı; yumruklarını sıkmaktan ağrıyan parmak boğumları, akan burnu, kıpkırmızı olup yanan gözleri kaldı. Çığlık atmak istedi, atamadı. Yorganı tekmeledi, dişlerini sıktı yine de gitmedi aynadaki. Aynayı parçalamak istedi. Kendi müsveddesini aynadan söküp almak istedi. Aynalardan daha derin bir öfkesi vardı aynaya karşı. Burnunu çekti, ayağa kalktı, gözlerini sildi, aynaya adımladı. Olabildiğince sessiz. Olabildiğinden fazla buruk. Yumruğunu kaldırdı; eyvah, gürültü kopacak!


Çıt bile çıkmadı.


Yumruğu aynanın içine geçti. Şaşkın bakışlarını aynaya çıkardığında kendisinden çok uzak bir silüet gördü. Şaşkınlığın yerini korku aldı. Kalbi hızlandı, kanı damarlarında ters aktı, alnında bir damla ter belirdi, dudakları kurudu, yutkundu. Aynadaki, ona gülümsedi. Genç kızın nefesleri sıklaştı. Korku, yerini meraka bırakmaya başladı. Merak, beraberinde heyecanı getirdi. Kanı damarlarını zorladı ve zihni içeri girmek istedi. Vücut kendine düşeni yapıp tüm uzuvları, yumruğun peşinden hareket ettirdi. Genç kız şimdi aynasının içindeydi. Ani ortam değişikliğinden ve içeri girerken esen rüzgârdan dolayı yere düştü.


"Kıracaktım ben bunu, nereden girdiysem içine?" diye söylendi. Ayağa kalkıp olduğu yeri inceledi. Upuzun, iki duvarı da aynalarla kaplı bir koridordaydı. Aynanın içine girerken gördüğü silüet, etrafta gözükmüyordu. Hâlâ kızarık olan burnunu çekip omuzlarını dikleştirdi, kıyafetlerini düzeltti ve sol taraftaki ilk aynaya baktı. Ayna ne kızı ne de kızın arkasındaki aynayı yansıtıyordu. Bembeyaz ve tertemiz, rüya gibi duruyordu karşısında. Kız, içine yayılan sıcaklığı ve huzuru hissetti. Sakinleşti, sıcacık gülümsedi.


Sağ tarafın ilk aynasına bakmak için yöneldi bu sefer. Kendi çocukluğunu gördü. Yedi yaşındaki hâli, eski evlerinin mutfağında bir akşam yemeği. Annesi ve babası karşılıklı oturuyor; kız, annesinin yanında. Gözleri heyecanla parlıyor, ailesine dinozor türlerini anlatıyor ve günün birinde arkeolog olacağını söylüyor. Anne ve babası, geçiştiren bir gülümseme sunuyorlar.


Yanındaki ayna.


Ortaokul birdeki hâli, bu sefer salonda ailesiyle oturuyorlar. Küçük kız bitkilerden ve yıldızlardan bahsediyor ve kafa karışıklığıyla ekliyor, "Bahçıvan mı olsam astronom mu karar veremiyorum... Nasıl olacak ki? İkisini birden olabilir miyim?". Anne ve babası, düz bir ifadeyle bakıyorlar ona; "Ciddi bir meslek seçmelisin kendine artık. Çocukça zırvalıklarla uğraşma."


İyi de, ben daha çocuğum diyor içinden. Derin bir nefes alıp başını öne eğiyor, içinden geçirdiği cümleler "Peki." olarak ailesinin kulaklarına varıyor. Anne ve babası memnuniyetle gülümsüyor.


Bir diğer ayna.


Neredeyse ortaokul üçüncü sene, ilk iki sene ailesinin disiplininde sıkı çalışmayla okul birincisi olmuş, bu sene de farklı bir şey olmayacağı kesin. Arkadaşları gece yatısı için plan yapıyor, onu da çağırıyorlar. Önce eli ayağına dolanıyor. Ardından annesinin tepkisini düşünüyor, babasının sözleri aklına geliyor; "Arkadaşlık gereksiz bir kavramdır. Başarına odaklan." İzin almaya bile gerek duymuyor. Mahcup bir gülümsemeyi dudağına yerleştiriyor, başını eğiyor, elleriyle oynarken istekli sesi isteksizce, "Üzgünüm, gelemem." şeklinde havaya karışıyor.


Diğer ayna.


Lise bir. Bol bir bahçıvan tulumu üzerindeyken alışverişe gitmiş; burnunda ve yanaklarında, allığın fazla olduğu şirin bir makyajı var, dönerken saçlarını kısacık kestirmiş. Çantasında birkaç bitkibilim kitabı, tüm mutluluğuyla eve dönüyor. En çok kendisi olduğu gün, o gündü. Gün boyu dolaşmış, kitaplar almış, bitkiler bakmıştı. İstediği gibi giyinmiş, hiç ders çalışmamıştı.

Evin kapısını açtı.


Aynanın karşısında pijamayla duran kız yutkundu. "Dur" demek istedi, "Girme oraya. Çık, kaç, saklan. Keşke kestirmeseydin."

Aynanın karşısında pijamayla duran kızın karnına kramplar girdi. "Sana kızacaklar, bağıracaklar."


Bilirsiniz, aynalar sizi duyamaz.


Bahçıvan tulumlu eve girdi; "Ben geldim!". Annesi ve babası onu karşıladı. Gülümseyen yüzleri düştü, kız farkında değildi. Kendi etrafında ufak bir dönüş yaptı.

"Yakışmış mı saçım? Tulumum? Peki makyajım? İnternette gördüm ve ilk denemem için güzel bence? Ne dersiniz, prensese benziyorum değil mi?"


Annesiyle göz göze geldiler, kadının sol kaşı havalandı. Yer yer kırışıklıkların olduğu ciddi yüzü korkunç bir hâl aldı, Pamuk Prenses'teki kötü kraliçeye benziyordu şimdi.

Ağzını açtı ve elmanın zehri kıza akmaya başladı: "Prenses mi? Prenses ha? Daha çok, bir şeyler istiyormuş gibi duruyorsun o makyajla. Üzerindeki sınıfsız kıyafete laf bile söyleyemiyorum, çirkin şey. Utanmadan bununla gezdin mi bir de?". Kızın omzundaki askılardan birini çekti ve devam etti; "Sakın bana o saçma bahçıvanlık hayaline tekrar kapıldığını söyleme. Kimseye kızı diplomalı hizmetçi oldu dedirtmem. Bahçıvanlıkmış, saçma sapan heveslerini bir kenara bırak artık. Koca kız oldun!"


Kız, dolan gözlerini yere indirdi, hep böyle yapardı. Ona bağırıldığında ağlardı ve gözyaşlarını saklardı. Annesi askıyı bırakıp sinirle odadan çıktı. Babası iğrenen bakışlarıyla kızına baktı bu sefer, "Kız olup olamadığın da ayrı bir muamma. Bahçıvanllıkmış, bu gidişle büyük bir hayalkırıklığı, bir zaman kaybı olacaksın bizim için. Düzelt şu hareketlerini."


O gece makyajını çıkarıp tulumunu yırtmıştı. O gece ağlarken, göz pınarlarının kuruduğunu sanmıştı. O gece, gözlerindeki pırıltıları kaybedip asla ulaşamayacağı ütopyaları hakkında daha çok düşünmüştü.


Pijamalı kız, kafasını, sol taraftaki aynalardan birine çevirdi. Bembeyaz yansıma, gözlerinin sönen pırıltıları gibi grileşmişti. Ütopyaları gibi uzaktı artık. Birkaç adımla yaklaşmak istedi, her seferinde uzaklaştı ayna. Burada bile asla ulaşamayacağım ütopyalarıma diye geçirdi aklından. Burada bile istemediğim kişiyim. Solgun gözleriyle sağ taraftaki aynalara bakmaya devam etti:


"Düzgün gül, o gülüş ne öyle kişnemeye benziyor!"

"Düzgün giyin, kıza benze biraz! Aman o kadar açık giyinme! Biraz genç kız olduğun belli olsun, daha dar bir şey seç."

"O yüzün ne öyle, git biraz makyaj yap. Normal bir makyaj."

"Düzgün yürü, düzgün otur ,düzgün konuş!"

"Gülümserken o kadar açma ağzını!"


Bir süre sonra, tüm görüntüler ve sesler kesildi. Aynaya girerken gördüğü silüet tekrar belirdi. Kısa saçları, şirin makyajı, bol kıyafetleri vardı. Kız gülümsedi bu sefer, korkmadı. İnsan hiç, olmak istediği kişiden korkar mı? Kısa saçlı, kıza yaklaştı; elini omzuna atıp, sözlerine başladı:


"Alay akan sözler, küfürlü sesler veya yargılayan bakışların karşısında dik durabilirsin Beni bu aynadan çıkarıp uzak görünen ütopyana ulaşabilirsin. Tek yaşamını onlarnın yargılarıyla sürdürmemelisin. Aynaları kırmadan kendin olabilirsin."


Kız, burukça gülümsedi.


"Sadece hayal olan birisi için, fazla konuşuyorsun. Kendim olmak gibi bir şansımın olduğunu duşünüyorsun çünkü sen ben değilsin. Kolay tabi söylemesi...", sol tarafındaki aynaları işaret etti, kızın elini omzundan uzaklaştırdı, "...en az onlar kadar uzak, en fazla onlar kadar ulaşılmazsın."