saati hatırlamıyorum, oda karbondioksit kokuyordu, apaçık, nefes darlığımı ağzımda çiğniyordum. sessizce hareketlenmeye çalıştım, benden tümüyle bağımsız yorganın içinde kıpırdandım. yorganların hışırtıları, uyumak sesleri ve kokuları, yabancı bir ortamda ciğerlerimize işliyordu. burnumdaki kan kurumuştu ve sanki kabuklu böcekler içeride dolanıyor, derimi usulca kesiyordu. bu odada çoktan boğulduğumu fark ettim, benim işim bitmişti. terli ancak üşütük vücudumla zehirli odanın içinden ayrıldım. tanıdık bir pencerenin varlığı beni kendime getirdi, tavanda yanıp sönen yeşil ışığı ardımda bırakarak camı açtım. anında suratıma kömürlü ve soğuk bir hava çarptı. ciğerlerimdeki yanık kokuya bir de kömürlü hava karışınca içeride neler döndüğünü merak ettim biraz. burnumdaki kömürlü ve kuru böcekler kıpırdanmış olmalı.
dışarıda birkaç odanın ışığı yanıyordu sadece, büyük bir otel gibi, bazı zamanlar burada kendimi ayrıcalıklı hissediyordum. sabaha karşı uyanıp camın önünde nefes almaya çalışırken bile ayrıcalıklı.
bu saat bana ait, bu karanlık benim. her şey bizim aramızda, diğerleri uykudayken tüm gerçeklik benden yana. yavaş yavaş dönüyorum, yaşıyorum, dakikaları kovalamama gerek yok, bir şeylere yetişmeme gerek yok. aksine en hızlı benim, uyanığım. uykulu ve sersem halimden eser yok. daha dinç ve ölüme bir o kadar da yakın hissediyorum.
adımlarım geri geri gider oldu, ona ayak uydurdum. uykuda olan savunmasız gölgeleri izlemeye başladım. ne korkunç bir manzara, odamız bir mezarlıktan farksız. çürük bir kokuyu yutkundum ansızın ve beraberinde asla yok olamayacak çirkin kemiklerin hareketlenişini seyrettim. dudakların kenarlarından sızan iğrenç sıvılara göz yumdum. soğuk mezarıma geri döndüm, parmak uçlarım kirli, üzerimi örttüm bir yanılsamayla.
yeşil ışık yanıp sönüyor, tam da benim tarafıma çarpıyor bütün gücüyle. iğrenç. yeşil. inançsız bir yeşil boyayacağım gözlerime. kör olmak isteyeceğim.
–ne anlatıyorsun sabahın şu kör saatinde. yanıp sönüyor ve midemi bulandırıyorsun. bana başka bir gerçeklik daha anlatma. isteksizim. öyle ya, ben her şeyi eninde sonunda unutacağım ya da unuttum sanacağım.
fısıltım birini uyandırdı, ağır sigara kokusu ve delikli kemikler yanımda iyice hareketlendi. sarı gözlerinin sinsi ışığını bana çevirdi. onları sadece bir saniyeliğine görmek bile bana yetti, korku içinde arkamı döndüm. iğrenç nefesi uzaklardan üzerime hırladı, sesimi çıkarmadım. sonra tüm diğer sesler kesilir oldu, üzerimde asılı perdenin uçlarına dikkat kesildim. bazısı delice sökülmüş dikiş izleri suratıma doğru sallanıyordu, camdan öteye bakındım. kirli cam, lekeli bir gökyüzü sunuyordu bana. bu canımı sıktı. daha fazla bir şey göresim kalmadı, gözlerimi yumdum.
sonra pencereyi açık unuttuğumu hatırladım. mavi perdenin öfkeli gölgesi duvarlarda yaşam buluyordu, bu yaşamın sesini bir tek ben duyuyor olmalıydım. yaşamım uyanık ve diğer yaşamlara karşı her zaman hassastı, bu hassaslık şu an uyumama engel olan şeydi bir bakıma. bir bilmeceye, tekerlemeler eşliğinde ulaşmışım gibi kendi kendime kafa salladım. saçlarımın uçları kulağımı gıdıklayınca huylandım ve duruldum. üstümdeki, altımdaki ya da yanımdaki kaç kişinin şu an, içinde bulunduğumuz bu gerçekliğe eşlik ettiğine dair büyük bir merak duydum.
–senin sebebin neydi, neden bu saatte asansörün tuşuna basma ihtiyacı hissettin ki?
–gerçekten düşmek istedim.
–merdivenlerden de düşüp yuvarlanabilirdin.
–düşerken aynada kendimi görmek istedim.
anlayabiliyordum, bana uymayan şeyler bile benim üzerimde çok iyi duruyor gibi geliyordu. bazen.
ve birisi rüyasında konuştu, "hayvanlar!"
metro kenarında, tren raylarının ucunda, herhangi bir yükseklikte daha da duygulanıyordum. sahte bir duygusallık sarıyordu ruh halimi, kendimi bile bile kandırmaya yelteniyordum. kendime inanmıyordum ama kanasım geliyordu. hemen şimdi bitse, ben kazandım diyebilsem, istiyordum.
pencereden sızan soğuk ilk olarak ayaklarıma çarpıyordu bütünüyle, ilk soğuğu tadan bendim. taze ve kesici. bugün duyduğum haberlerin etkisinde, titremeye başladığımı bile fark etmeden, gözlerimi hiçbir şey olmamış gibi yeniden kapatabilecek miydim?
saat kaç oldu, habersizim. soğuk uykumu getiriyor. üzerimdeki koca ağırlık, ninniler fısıldıyor içime içime, kalkasım hiç kalmadı artık. kalkamayacağım ve burada, sonsuza kadar, diğerleri gibi kemiklerimin çürümesini mi bekleyeceğim?
öyle olsun istiyorum, temiz ve uzun bir uyku beni içine çeksin, güzel bir muamele göreyim istiyorum.
ama sonra. ya uykulu bir halde açık bir camın önünde görürsem kendimi, ya tutamazsam ellerimden, diye düşünceler, gibi düşünceler büyütmeye başlıyorum. yorgan tekrardan hışırdıyor, büyük bir gürültü olarak odanın içinde kopuveriyorum. kanlı bir hapşırık, bulanıyor ellerime, yüzüme ve gözüme. kömürlü, kuru böcekler sarıyor etrafımı. yine de kimseler duymuyor, kemikler kendi hallerinde çıtırdıyor sadece. şimdi olmaz, şimdi olmaz. ya o uykulu halim benden faydalanırsa, işte, en hassas olduğum o anda açık bir camdan kopup gidebilir miyim buradan, kolayca? evet, ne kolay olur uyku halinde terk etmek bedeni. ne kolay olur kendinden kopabilmek. bu kadar acımasız olabilir miyim kendime karşı, artık kendim bile diyemeyeceğim bir bedene eskisi gibi bakabilir miyim şimdi? benim olmayan bir şeyi nereye kadar taşıyabilirim, benim ölümümü taşıyamayacak kadar canlı bir et yığınıyla ancak ne yapabilirim ki?
ikna et beni gamsız bedenim, yeniden kandır beni, yoksa ben bu uyku halinde, kendimden bile korkacağım bir işe girişeceğim.