Karşımdaydı yine tüm endamıyla Müzeyyen. Beni görmeden yanımdan geçip gidiyordu. Belki de o kadar yılda değişmiş ve onun gözünde tanınamayacak bir hal almıştım. O her söyleyişimde içime huzur dolan ismini haykırdım sokaklara: 

“Müzeyyen!” 

Şimdi niye haykırmıştım ismini? O kadar yıldan sonra... O kadar yaradan sonra... İsmini haykıracak yüzüm kalmış mıydı? Canım yanıyordu. Kalbimdeki yaralar sızım sızım sızlıyordu. Ne zaman geçerdi bu yaralar? Oysa geçtiğinden o kadar emindim ki. Ama her yaranın izi kalıyormuş. Belki de yara izlerim sızlıyordu. Yara izlerinin sızlamayacağını bana kim söylemişti ki? Yaran varsa sızlar, izleri varsa geçmiştir o yara. Yaran sızlamaz, canın acımaz diyordum. Belki de kendimi böyle avuttum senelerce. 

Arkasını döndü ve içimi yakan gözleri gözlerimi buldu. O an sokakta gözlerimizin buluşmasıyla sanki bir yangın çıktı ama bu yangında sadece ben yandım. Dudaklarından ismim döküldü. İsmim bu kadar güzel söylenmemişti sanki uzun zamandır: 

“Osman, ne arıyorsun sen burada?” 

Sitem gizlemişti sanki sorusunun içine. ‘Neden buradasın? Bırak benim peşimi! Git, bir daha gelmemeye git!’ diyordu sanki. Ah bu kuruntularım, benim yaralı yerlerim... Ne vardı her şeye bu kadar anlam yükleyecek? Onun anlattığı kadarını anlasan yetmez miydi? Neden bir sürü anlam iliştirmeye çabalıyordun insanların her cümlesine? 

“İş için geldim. Peki ya sen, artık bu sokaklara mı ait varlığın?” 

Sokaktaki yabancıdan bir farkım kalmadığını gördüm gözlerindeki sonbahardan kalma hüzünde. Sakince döküldü içimdeki yaraları sızlatan cümleler ağzından bir bir: 

“Bu seni ilgilendirmez, Osman.” 

“Özür dilerim, Müzeyyen. En son isteyeceğim şey seni üzmek. Nerede var olursan ol, bana var olduğunu bilmek bile yeter.” 

Gözlerini, o kahverenginin en güzel tonu olan gözlerini kaçırdı benden. Seneler önce de sevgisini kaçırdığı gibi... Derin bir iç çekişle içimdeki yangının küllerini dünyaya bıraktım. Sigara kadar zararlıdır bu derin iç çekişler de. 

“Hangi iş seni buralara getirdi?” 

“Geri dönüştürülecek kağıtları kamyonuma yükleyip geri dönüşüm yerlerine götürmek.” 

Kahkahalarla karşıladı bu cevabımı. Sen gülünce tüm ağaçlar çiçekleniyor sanki, tüm kuşlar mutluluk şarkısı söylüyor, tüm aşıklar kavuşuyor... 

“Sen ki geri bir adım dahi atmayan insandın. Hatta hatırlıyor musun, bana bir gün ‘Bizde geri vites olmaz Müzeyyen. Ben seni sevmeyi bırakmam, ben gitmem. Sen gidersen de peşinden gelirim.’ demiştin. O zaman da inanmamıştım sana. Bilirsin ben aşka inanmam. Aşk edebiyatçıların hayal ürünü bir şey. Ben gittim ama o büyük aşık Osman’ın üstüne büyük gelen lafları, lafta kaldı sadece. Gelmedin, aramadın, sormadın.” 

Yapma kızım be. Senin gözünde bu hale nasıl geldim ben? Tamam önceden de gözünde bir değerim yoktu ama şimdi gözünde hiç olmuş solup çöp torbasına konulmuş bir çiçek gibiyim. Sana nasıl anlatayım ki senin yokluğunda aldığım her nefesin ciğerimi parçaladığını, her sabah gözlerimi sensizliğe açmanın ne demek olduğunu nasıl anlatayım sana? Babamın bu cihandan gittiğini ve üstüme yüklenen yükleri nasıl anlatayım? Ama anlatsam da o çöp torbasının içinden çıkamayacak kadar solmuşum gözünde. Bir neysenin ardına saklarım yine dertlerimi. Alıştım sonuçta. 

“Senin geri dönüşünü beklerken "Kısmet Geri Dönüşüm"ü buldum ve çalışmaya başladım. Ama kısmetime senin geri dönüşün olmadı. Ben de, kendime bir faydam olmadı bari dünyaya olsun dedim. Neyse ben senin zamanını yeterince sene aldım, şimdi de seneler sonra almaya hakkım yok, gideyim en iyisi.” 

Bana acımış kırıntılar gördüm gözlerinde. Acışmış bir insanım ben Müzeyyen, acıma bana diye haykırdı gözlerim. Ama Müzeyyen bana acıdı yine de. 

“Özür dilerim.” 

“Neden?” 

“Tamam seni sevmiyordum ve bana olan ilgin hoşuma gidiyordu eskiden ama senin gülen yüzünü soldurmaya, seni kırmaya hakkım yoktu.” 

“Bazen sadece kırılman gerekir Müzeyyen. Nedeni, özrü yoktur, bu kırgınlıkların. Kırıldığımız yerden daha iyi kaynamak içindir, bu kırgınlıklarımız.” 

Derin derin baktı gözlerimin içine Müzeyyen. Her şeyin başka olmasını istermiş gibi. Belki de yanlış zamanında denk gelmiştim ona. Ama geçmişi değiştirmek mümkün değildi. Geçmiş, geçip gitti. 

“Haklısın Osman. Hoşça kal.” 

“Sende hoşça kal Müzeyyen. Bu hoş halin, dünyayı da hoş etmeye yeter zaten.” 

En azından birbirimize iyi dileklerde bulunabilecek kadar kalsaydık Müzeyyen. Ben haklı olmak istemiyorum ki. Ben de her şeyin başka olmasını isterdim. Mutlu olmayı isterdim mesela. Bu vedanın sadece bir hoşça kala sığınmasını istemezdim mesela. Babamın hayatta olmasını isterdim, bana destek olmasını isterdim. İnsan ne çok şey istiyor değil mi, Müzeyyen. Öylece kalakaldık işte Müzeyyen. Ben, Kısmet Geri Dönüşüm kamyonu, umutla bana bakan fotoğrafın ve yeni bir hayata atılmış sen. 

İkimiz de ayrı yönlere gittik. Ben Kısmet Geri Dönüşüm kamyonuna binip radyodan Fatma Turgut’tan "Hata" şarkısını açıp geri dönüştürülecek kağıtlarla yola koyuldum. En azından onlar geri dönüşüp yeni kağıtlara döneceklerdir. Belki de yeni aşkların içine yazıldığı bir kağıt olacaklardı. Belki günün birinde ben de geride kalan kendimi dönüştürecektim. Ama ne zaman olduğu muamma. 

Yarım kalan tüm aşklara armağan olsun...