Henüz masaya bıraktığı saatini tekrar eline aldı ve sadece üç dakika geçtiğini görünce öfkeyle sandalyesinden fırladı.

Onun için dakikalar haddinden daha uzun sürüyor ve saatler günlerle yer değiştirmiş, günler bir ömür ve yıllar ise çoktan gerçekçiliğini yitirmişti. Beklediği tek şey, tekrar uyuyabilmek için uykusunun gelmesiydi oysaki.

Belki ardında bıraktığı günlerin monotonluğundan kaçmak için, belki içinde bulunduğu zamanın ızdırabını hissetmemek için ya da belki sadece her şeyin bir an önce bitmesi için. Sebebini artık kendisi de bilmiyordu, düşünmeye bile ihtiyaç duymuyordu.

Balkonun kapısını açtı, koyu kestane rengi işlemeli ahşap sandalyesini kapını önüne çekti ve oturdu. Balkona çıkmadı çünkü hem uyanık kalmak istemiyordu hem de karşıdaki binanın penceresinden sarkan muhabbet sever, boş boğaz komşusunu günahı kadar sevmiyordu. Solundaki masaya baktı. Yarım bardak süt üzerine kapatılan kağıt mendilin uçları nemlenmiş bardağa yapışmış, gitgide bütün mendil ıslanmaya başlamıştı. Uzanıp bardağı aldı, mendili avucunda topladı ve sütü kokladı henüz ekşimemişti tek seferde içti, avucundaki mendille dudaklarını temizledi ve mendili balkondaki çöp kovasına fırlattı ne yazık ki tutturamadı. Boş bardağı masaya koyarken masanın üzerindeki dağınıklığa gözü çarptı. Yarım kutu antidepresan, kullanılmış kalem piller, dört sene önce evlenen arkadaşının nikah şekerleri, faturalar, makas, koli bandı, iki parfüm şişesi ve saati...

Kendine küfredip ortalığı toplamak için bir hışımla sandalyesinden tekrar kalktı. Tüm ıvır zıvırı, masanın altından aldığı boş sepete doldurdu. Tam sepeti alıp yatak odasına giderken kapı zili sesiyle korkup sepeti düşürdü ve her şey yere dağıldı. Tam 14 ay... 14 ay boyunca kimse çalmamıştı oysaki o zili. Kim olabilirdi? Öyle şaşkın ve tedirgindi ki kim olduğunu sormadan kapı otomatiğine basmıştı. Merdivenden gelen ayak sesleri gitgide yaklaşıyordu. Kim? Bacaklarının titrediğini hissetti. ''Saçmalama korkmanı gerektirecek bir şey yok!'' diye telkinde bulundu kendine. Ayak sesleri yaklaşırken zaman kavramının içinde kaybolmuş zihni ona oyunlar oynuyor, tuttuğu kapı kolu terden elinden kayıyordu. Gözü yerdeki makasa gitti, hemen eğilip aldı, kapının arkasındaki eliyle sakladı. Aklına birden iki gündür ilaçlarını kullanmadığı geldi, kendine küfretmeye başladı. Ayak sesleri çok yakındı ve apartmanın ışıklarını görüyordu sadece bir kat kalmıştı. Kulaklarında bir uğultu, kan akışını duyabiliyordu, sanki kalbi artık daha yukarıda, gırtlağında atıyordu. Nefesleri artık boğazını yırtıp çıkmak istercesine tiz bir şekilde duyuluyordu.

-Merhaba, posta...

Kafasını sallayıp zarfı aldı. Teşekkür dahi edemeden kapıyı kapattı, makası ve zarfı fırlatıp yerdeki haplarını aldı ve mutfağa koşup musluğu açtı. Bardak alma zahmetine girmeden eliyle su içip ilacını yuttu. Bir süre hareket edemeden titremeye devam etti.

Kendine geldiğinde içeri döndü yerdeki eşyalara baktı, yere oturup sırtını kapıya yasladı. Zarfı eline aldı, makas yardımıyla açtı. İçinden bir fotoğraf çıktı. Eski evlerinin bahçesi... Anlam veremedi. Zarfın üstündeki isme baktı. Tekrar küfretti. 10 yıl önce ölen bir yönetmene aitti isim. Öldüğüne emindi çünkü en sevdiği yönetmendi bu.

''Kim bu şimdi? Rastgele yazılmış bir şey değil bu.'' diye düşündü tekrar fotoğrafa baktı. 12 yıldır görmediği bahçe, bahçede kimin diktiğini bilmediği çınar ağacı. Fotoğrafın arkasını çevirdi. Bir not yazılıydı siyah mürekkeple;

''Bir ağacın kökleri geçmişe mi uzanır geleceğe mi?''

Neydi bu şimdi? Kim gönderdi bunu? Anlam veremiyordu bu fotoğrafa daha doğrusu nota. Elindekileri yere bıraktı, yere düşen saate uzandı. En son bakmasının üzerinden 28 dakika geçmişti. Küfretti yine ve yerdekileri sepete doldurup kalktı ayağa. Sepeti masanın üzerine bıraktı ve mutfaktan telefonunu aldı. Çalıştığı yerdeki yöneticisine kendini hala iyi hissetmediğini ve çalışamayacağını belirten bir mail atıp son kalan yıllık izninden bir haftaya daha ihtiyacı olduğunu söyledi. Cevabı beklemeden aynı geceye uçak biletini ayırttı, iki gecelik otel rezervasyonu yaptırdı ve iki gün sonraya dönüş biletini ayırttı. Doğduğu eve gidiyordu.

Üzerini değişti ve hemen yola çıktı. Taksiye binmesine gerek yoktu, yanına fazla eşya almamıştı ve uçağa rahatlıkla yetişebiliyordu bu yüzden otobüse binmeyi tercih etti. Durağa adımını atar atmaz otobüsü geldi. Yerini aldı ve fotoğrafa tekrar baktı. Notu düşünüyordu; ''Bir ağacın kökleri geçmişe mi uzanır geleceğe mi?''

Kendi kavgasını vermeye başladı kafasında:

''Tüm geçmişiyle bağlarını koparmış olan birine bu yazılır mı? Kolay mı oldu bu sanki? Ne kadar savaş verdim kimin haberi var? Her şeyi unutmaya çalışırken, kendimi haplara boğarken, hatırlatmaya çalışmak nasıl bir caniliktir? Bu reva mı? Kendimi düşündüm sadece, buna hakkım yok muydu? Ben miyim bencil olan yoksa yanından asla ayrılmamamı isteyenler mi? Bu her neyse, kimse bedelini ödemeli.''

Saatine baktı, evde süt içeli sadece 1 saat 20 dakika olmuştu.

Peki şimdi önündeki iki gün, onun geleceği miydi yoksa geçmişi mi?