Donmuş gibiydi. Beş dakikadır önündeki yağ bidonuna bakıyordu. Ne yaklaşabiliyordu ne de dokunabiliyordu. Elini burnuna götürdü ve burnunu kapattı. Bidonun ağzı açık olmamasına rağmen kokusunu alıyordu.

-Aracınız için en uygun yağ bu beyefendi.

-  …

-Beyefendi duyuyor musunuz?

-Efendim?

-Aracınız için en uygun yağ bu.

-Tamam alıyorum. Aracımın yağını değiştirebilir misiniz?

-Maalesef öyle bir hizmetimiz yok. Buraya 2 km uzaklıkta bir sanayi var, orada değiştirtebilirsiniz.


Abdulkadir sanayi kelimesinden sonrasını duymadı, duyamadı. Başından ayakucuna kadar bir titreme aldı vücudunu. Sıcak, çok sıcak bir yağmur yağdı tenine. Gözlerinin önüne siyah bir perde indi ve çocukluğunu izledi.


12 yaşında bir çocuk. Sanayi. Yağ kokusu. Okul harçlığı çabası… Helâl lokma derdi…


Yağmur artık tenine değil kalbine yağıyordu. Her damlada bir dağ oluşuyordu kalbinde, kalbi dağlanıyordu.


- Beni duyabiliyor musunuz?

- Çok pardon dalmışım. Yağı arabama taşımamda bana yardım eder misiniz?


Babam olsaydı nasıl olurdu diye düşündü arabasında giderken. Tatillerde ve okuldan arta kalan zamanlarda sanayide çalışmak zorunda kalmazdı belki de. Yazları tatile giderlerdi. Geceleri ders çalışmazdı. O da arkadaşları gibi okuldan gelince dersinin başına oturur, ödevlerini yapardı. Arabaları bozulunca babası sanayiye tamir etmeye götürürdü ama Abdulkadir gitmezdi. Yağ kokusunu o zaman da sevmezdi.


Eve gitmeyi planlarken kendisini babasının mezarında buldu. Epey vakittir gelmediği, mezarın üzerindeki uzun otlardan anlaşılıyordu. İtinayla hepsini temizledi. “Su dökeyim mi abi?” diye soran çocuğa evet anlamında başını salladı.


Elindeki beş litrelik bidonu sürükleyerek mezarın yanına getirdi küçük çocuk. Bidonun kulpundan ve altından tutarak kaldırıp mezara dökmek istedi ama ne boyu yetti ne de gücü. Bidonun içindeki suyun yarısı çocuğun ayaklarına, yarısı da mezarın kenarına taş kısmına döküldü. Çok azı mezarın toprağıyla kavuşabildi. İçindeki son damla akana kadar salladı bidonu. Biraz mahcup biraz da müteessif şekilde boynunu eğdi, gösterdiği hizmetin karşılığını bekledi.


Bu küçük çocuğa uzun uzun baktı Abdulkadir. Kendisinden bir şeyler gördü onda. Konuları aynı olan iki farklı hikâyenin kahramanlarıyız belli ki, dedi.

-  Adın ne senin küçük?

-  Nedim.

-  Kaç yaşındasın Nedim?

-  7 yaşındayım abi.

-  Okul çağın gelmiş. Gidiyor musun okula?

-  Babam okula yazdıracaktı ama vazgeçti. Seneye yazdıracakmış. Yaşıtlarıma göre küçük olduğum için galiba.

-  Neden bu işi yapıyorsun Nedim?


Böyle bir soruyu beklemediği yüzündeki şaşkınlıktan anlaşılıyordu Nedim’in. İlk defa bu soruyla karşı karşıya kalmıştı. Gözünü Abdulkadir’den kaçırdı, sol tarafa doğru uzunca bir bakış attı.


- Annem… Annem, yağmurdan sonra yayılan toprak kokusunu çok severdi. Havadaki bulutlar toplanınca “İnşallah yağmur yağar.” diye dualar edip, beklerdi. Yağmur yağıp da dindikten sonra dışarıya çıkar saatlerce o toprak kokusunu koklardı. Yüzünde oluşan o mutluluk günlerce dururdu. Annemin bu mutluluğunu gördükçe dualar ederdim: “Allah’ım lütfen hep yağmur yağsın. Annem hep mutlu olsun. Lütfen Allah’ım…” Annem şu ilerideki mezarda yatıyor. Belki yüzündeki o mutluluğu oluşturabilirim diye tüm mezarlardaki ve mezarlıktaki toprakları sulamaya çalışıyorum. Bir de şey… Nasıl söylesem… Bilmem ki… Seneye okula başlayacağım için ihtiyaçlarım var. İhtiyaçlarımı alabilmek için harçlığımı çıkarmaya çalışıyorum. 


-Para vermeyenler oluyor mu?

-Evet, oluyor ama üzülmüyorum. Yayılan toprak kokusundan annemin ne kadar mutlu olacağını düşünüyorum ve ben de mutlu oluyorum.


Küçük çocuk uzaklaşırken arkasından nemli gözlerle baktı Abdulkadir. Bir yandan annesini mutlu ettiği için bir yandan da bir tane daha defter alabileceği için büyük bir sevinçle yürüyordu Nedim. Ayıp olur diye avcuna sıkıştırılan paraya Abdulkadir’in yanında bakmamış, sıkıca tuttuğu avcunu biraz uzaklaştıktan sonra bir ağacın arkasında açmıştı. Sol elinde tuttuğu paraya büyümüş gözlerle bakarken sağ eliyle ağzını kapattı ve gülümsedi. Küçücük cebine harçlığını koyduktan sonra gözlerini kapattı ve yüzünü gökyüzüne doğru kaldırdı.


Annesinin yüzündeki o mutluluğu mu düşünüyordu yoksa gıcır gıcır ayakkabılarıyla ve muntazam ütülenmiş önlüğü ile okul koridorundan sınıfa doğru yürüdüğünü mü, bilinmez. Ellerini dua eder gibi kaldırdı Nedim. Küçücük dudakları kımıldadı. Onu yaratanla neler konuşuyordu? Bir şey mi istiyordu yoksa verilen bir şey için şükür mü ediyordu?


Yanına yaklaşan adamın seslenmesiyle irkildi, alelacele ellerini yüzüne sürdü ve taşan bidonu kaptığı gibi mezarların arasında kayboldu.