Bir gölge, sararmış ağaçların yapraklarını ezerek süzülüyor. Karanlığa gömülmüş şehri aydınlatan sokak lambaları, gölgenin kemikli suratını aydınlatıyor, sigarasının dumanlarına karışıyor. Sokak boş. Asfaltı yalayan arabalar ve sokakta tek tük yürüyen insanlardan başka kimse yok.


Gün ölmüş. 


Neon ışıklarıyla aydınlatılmış kahve dükkânın önünde duruyor gölgenin sahibi. İsmi Ali. İkinci sigarasını bitirip izmaritini topuklarıyla eziyor. Bu gece bir randevusu var. Arkadaşı Yusuf ayarlamıştı.


“Eva çok güzel bir kız kanka,” demişti Yusuf. “Güzel Sanatlar fakültesinde heykel falan yapıyor. Yaptıkları şeyler acayip kanka. Hele heykelden bir kadın yapmış efsane. Heykeldeki göğüs benim sevgilimde yok be,” diyerek Ali’nin omzuna yumruk atıp kıkırdamıştı.


Ali şüpheli. Uzun zamandır kimseyle çıkmamıştı. Gergin ve hiç havasında değildi, boş vermişliğin sınırlarında yürüyordu. Bu durumdan sıkılmıştı. O yüzden kabul ediyor

teklifi. 


“Eva telefon kullanmıyor kanka, biliyorum kulağa salakça geliyor ama sanatçı tripleri falan işte, ben de ayıkmadım ama kafa kızdır,” demişti Yusuf. “Kafe de nasıl tanıyacağım diye merak ediyorsan endişelenmene gerek yok, direkt dikkatini çekecektir.”


Ali saatine bakıyor. 19.57 geçiyor. Geç kalmamış. Derin bir nefes alarak kafeye giriyor. Hava soğuk olduğundan sigara bölümündeki pencereler hafiften açık ve içerisi ağır tütün, kahve kokusuyla ağırlaşmış. Aynı anda açılan ağızlardan kelimeler çıkıyor, içerisine sıcak kahve dökülüp öğütülen yemeklerle kapanıyor. İçeriye giren Ali’nin üzerine sigara dumanları çullanıyor. Ali ağır adımlarla yürüyor. Gözleri arkadaşının söylediği garip görünümlü Eva’yı arıyor. Eva’nın resmini görmüştü ama yüzler konusunda hafızası pek iyi değil. 


İnce ve zarif bir el dikkatini çekiyor. Ay tenli elin, zarif parmaklarında tüten sigara dumanı bayrak gibi sallanıyor, kendisini çağırıyor. Ali onu görüyor; uzun altın sarısı saçları ve keskin mavi bakışları altında Eva, masumca bir gülümsemeyle kendisine bakıyor.


Ali de gülümseyerek karşılık veriyor. Yanaklarının yandığını hissediyor.


 Eva tamamen siyahlar içerisinde. Vücut hatlarını belli eden dar bir elbise giymiş, sigara tutmayan elinde elle çizilmiş desenli bir eldiven var. Ama en çok çizmeleri dikkatini çekiyor Ali’nin. Küçük kurukafalarla dolu. Her kuru kafanın içerisinde farklı renkten gözler var. Sanki canlı gibiler.


Ve kız çok güzel.


“Sanırım çizmelerimi beğenmedin,” diyor Eva, gülümseyerek ayağa kalkarken. Sesi, denizde kaybolmuş denizcileri tatlı sesleriyle kandırıp parçalayan Sirenler gibi naif, çekici ve tehlikeli.


“Aksine baya hoşuma gitti. Sıradanlıktan çok uzak,” diye cevap veriyor Ali. Ama bu bir yalan. Hiç sevmiyor o çizmeleri. Onu rahatsız eden bir şeyler var bu çizmelerde. Konuyu değiştirmek için elini uzatıyor. “Bu arada merhaba. Ben Ali.”


Eva sessizlikle cevap veriyor bir süre. Buz mavisi gözleri kendi gözlerini delip geçiyor, bedeninde saklanmak isteyen ruhuna dokunuyor. Bakışlarını kaçırıyor Ali ve yutkunarak tabureye oturuyor. Bir tuhaflık var o gözlerde.


Bu bir hata diye düşünüyor Ali. 


Eva “kusura bakma,” diyor. Vücudu, kontrol altına alınmış güçlü bir iradenin altında zarifçe boyun eğip tabureye yerleşiyor. “Sadece bu kadar yakışıklı olacağını beklemiyordum. İnsanların suratlarını incelemeyi seviyorum da.” Sigara çöpünü küllüğe bastırıp yenisi yakıyor ve dumanını üflerken “Ben de Eva’yım işte. Tanıştığıma memnun oldum Ali.”


Ali o gözleri tekrar üzerinde hissediyor. Ama bu sefer sevecen ve anaçlık var o bakışlarda. Etrafına güç yayan tanrısal bir enerji. Tuhaf bir şekilde gerginliğini alıp uçuruyor.


Kızlar konusunda hiçbir zaman başarılı olamamıştı Ali. Yakışıklıydı ama kızlar onu tanıdığında bu avantajını elinden kaçmasını seyretmekten başka bir şey yapamıyor. Ezikti, özgüveni yerlerde bitlerle oynuyor. “Yanımda gezdireceğim cool bir erkek değilsin,” demişti eski sevgilisi, Ali’yi terk ederken. “Yakışıklısın ama sadece o kadar.”


Acımasız sözler bıçak gibi kesmişti duygularını.

Kafenin içi gittikçe doluyor. Birbirlerine sarılmış aptal aşıklar, çay içerken bile ödeyeceği hesabı düşünen sivilceli öğrenciler, iyi giyimli badana suratlı kadınların müzik eşliğinde anıran kahkahaları etrafı esir alıyor.


Eğlenmek istiyorum.


Güzel olduğumu hissetmek ve berbat hayatımda bir başkasının gözünde var olmak istiyorum.


Var olduğumu hissetmek istiyorum.


Mutlu olmak istiyorum...


Sipariş verdikleri kahveler geliyor. Ali, sigarasını yakıp bir yudum içiyor kahvesinden. Tadı berbat. Eva yüzünde mutlu bir ifadeyle kahvesini içmeye başlıyor. 


Bana mutluluk ver.


“Suratındaki melankoliyi beğendim, sana yakışıyor,” diyor Eva. Mavi gözleri parlıyor tekrardan. Dudakları şehvetle yukarı kalkarken sigarasından bir duman çekiyor. “Melankolik insanları severim.” 


Ali cümlenin devamını duymak için öne eğiliyor ama Eva ketum, susuyor.


Bana huzur ver, sevgine ihtiyacım var.


“Ama ben sevmiyorum,” diyor Ali. Ezik olduğunun farkında. Kendisinden nefret ediyor. Özgüvensiz ve korkak bakışlarını oymak istiyor. Ali ekliyor, “Şu sıradan insanlar gibi olmak isterdim. Bir an düşüncelerimi durdurup seyrettiğim bu hayata dahil olmak isterdim.” 


Eva gülümsüyor. “O yüzden mi benimle çıkıyorsun, sıradan biri gibi hissetmek için mi?”

Eva haklı. O gözler Ali’nin üstündeyken kendini çıplak hissediyor, düşüncelerine perde çekip mahremiyetini koruma isteği yüzünü yakıyor.


Suratında salakça bir gülümseme beliriyor. 


“Her birimiz ötekine ihtiyaç duyarız,” diyor Eva. “Tanrı denen herif yalnızlıktan o kadar sıkılmış ki bunu insanlara de aşılamış olmalı. Acısıyla yüzleşemeyeceği kadar korkak, kendi benliğine olan saygısını korumak için insanlar gibi zavallılara ihtiyacı vardı. O muhteşem varlığını bir başkasının gözünde onaylatmaya ihtiyacı vardı o yüzden insanları yarattı. Yani iyi olmaya çalışma. Seni yaratan tanrıya bak ve o heriften bin kat daha iyi konumda olduğunu bil. Çünkü onun sahip olamadığı şeye sahipsin, özgürsün.”


Ali, Eva’nın kendine olan güvenini hayretle izliyor, dudaklarından sıyrılıp kurtulan kelimelerin sarsıcılığı karşısında Eva’ya tapıyor.


Ali her zaman silik biri olmuştu. Diğerlerin gölgesinde kabuğuna çekilmiş bir ezik. Öteki olma cabası… Aynadaki puştan nefret ediyor. Yakışıklı olduğunu bilse de suratındaki o ezikliğin ağırlığı, çizgilerine, sivilcelerine sinmiş olduğunu biliyor. Ve ötekiler onun ezikliğini sezdiklerinde hepsinden nefret ediyor.


Çoğu zaman kendi hayallerinde yaşayan bir aziz, tanrı ve katile bürünüyor. Orası sıcak, ev gibi hissettiriyor. Orada mutlu. Dersteyken elinde AK 47 olduğunu düşlüyor. Suratsız öğretmenlerinin ve sınıftaki öğrencilerin korkuyla kaçışırken tetiğe bastığını düşlüyor. Ses sınıfın içinde yankılanıyor. Omzunda tepen AK namlusundan ateş püskürüyor. Ali hayal ediyor. Sınıfın kana bulandığını, korkudan altına sıçan öğrencilerin suratındaki çaresizliği gördükçe gülümsüyor. O bir tanrı. Gücü damarlarında hissediyor. Ötekinin varlığını sonsuzluğa yollayan bir savaşçı…


Eva ikinci kahvesini garsonun iri parmaklarından alırken cömert bir gülümseme paylaşıyor. Garson giderken sandalyeye astığı mor montunun iç cebinden bir matara çıkartıp Ali’ye doğru sallıyor “kahvenin biraz tada ihtiyacı var,” deyip matarayı açıyor. Ali, keskin viski kokusunu içine çekiyor.


Eva, kahvesine viski dökerken bakışlarını Ali’ye yöneltiyor. Ali’nin korktuğunu seziyor ve etrafı süzen korkak bakışlarına alaycı bir gülümseme yolluyor. 


“Merak etme Ali, kimse bizi izlemiyor,” diyor. Sesi o kadar kısık ve o kadar güçlü ki Ali’nin korkusunu yatıştırıyor. Sonra, sormadan kalan viskiyi Ali’nin kahvesine boşaltıyor.


“Acı gerçek şu ki buradaki insanlar için sen bir hiçsin, kendi kurguladıkları hikayelerinde bir figürandan ibaretsin,” diyor Eva, viskili kahvesinden irice bir yudum alıyor. Suratı ekşiyor. “O yüzden bir an gürültüden ibaret olan şu insanları siktir et ve Jack Daniels’ın tatlı dünyasından bir yudum iç. Buradaki tek gerçek kişiler bizleriz.”


Ali, viskili kahvesinden bir yudum alıyor. Tadı sert ama hoşuna gidiyor. Tekrar içiyor…


“Çok farklısın,” diyor Ali.


“Biliyorum,” diye cevap veriyor Eva.


“Farklı insanları tanırım, normalde kendilerini zor belli ederler,” diyor Ali. Kafası hafitten dönmeye başlıyor. “Toplumun bir parçası olmak için kendilerinden ödün verip kişiliklerini törpülerler, tıpkı benim gibi, yalnız olmaktan korkarlar. Ve yarattığı personalarıyla bütünleşip yok olurlar. Ama sen gerçekten farklısın…”


Eva “Biliyorum,” diyor tekrardan ve susuyor. O iri gözleri tüm gece olduğu gibi Ali’nin içkiden kızarmış suratını şehvetle inceliyor.

Ali kahvesini bitiriyor. Beklediği sıkıcı romantik buluşmadan çok farklı olduğunu düşünüyor.


Kaygının yokluğunu hissediyor.


Bana mutluluk ver.


“Burası sıkıcı olmaya başladı,” diyor Eva. “İki sokak ötede evim var, oraya geçelim, sana göstermek istediğim bir şey var.”


Ali kafasını sallayıp, sarı saçlı tanrıçanın isteğine boyun eğiyor. 


Hesabı ödedikten sonra kendilerini sokağa atıyorlar. Yağmur çiselemeye başlamış, rüzgâr gittikçe arsızlaşmış. Ali montunun içine gömülüyor, kollarına giren Eva’nın sıcaklığını hissediyor. Tatlı bir gülümseme ile ödüllenen Ali’de gülümsüyor. 


“İlk buluşmamız ama neredeyse birbirimiz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz,” diyor Ali yürürken.


“Yapma,” diyor Eva, sesi demir gibi sertleşiyor.” İnsanları hobilerinden ve sevdiği yemeğin ne olduğundan bilgisiyle tanıyamasın. İlk buluşmalar her zaman kurgulanmış yalanlardan ibarettir ve yalanlar konusunda pek iyi değilimdir.”


Gökyüzünü örten karanlık ve yere düşen yağmurun sesine karışan Eva’nın garip çizmelerinin çıkardığı ses dışında sessizce yürüyorlar.


Çizmeler tekrar Ali’nin dikkatini çekiyor. Islak yeri döven gözlerle dolu olan çizmeler de tuhaf bir şeyler var. Çizmenin tabanından çıkan sesler acı dolu çığlıklarla bastırılmış gibi yankı yapıyor. Bir an aksesuardan daha fazlası gibi gözüken çizmedeki gözlerden bir tanesinin kendisine baktığını fark ediyor Ali. Gözlerini kaçırıyor. Korkuyla karışık şüphe aklını karıştırıyor. Eva’ya bunu sorabilir ama karanlıktan korkan bir çocuk gibi saçmalamaktan korkuyor. Sessizliğe bürünüp çizmelere bakmamaya çalışarak yürüyor.


On dakika içinde eve varıyorlar. Ali içeri girerken hayal kırıklığına uğruyor. Hayatında gördüğü en sıkıcı evlerden biri. Eva’nın değişik karakterinden zere iz yok. Sıradan sıkıcı mobilyalar, sıkıcı beyaz boyayla Ali’nin aile evini anımsatıyor.


“Ne içersin?” diyor Eva, montunu askılığa fırlatırken. 


Eva’nın sesi şehvetle karışık kışkırtıcı bir tonla çıkıyor. Ali, ezik gibi durmak istemiyor bu cümlenin karşında, o yüzden su istemek yerine “ne olursa,” diyerek cevaplıyor. Montunu asıp ayakkabılarını çıkarıyor.


Eva mutfağa yollanırken, Ali’yi salona geçebilirsin der gibi ellini uzatıyor. Ali salona geçiyor. 


Kendini desenli krem renkli koltuğa bırakıyor. Ne bir televizyon ne de ortada duran bir masa var oda da. Gözleri boş beyaz duvarlarda geziyor. Kesinlikle sanatla uğraşan birisinin evine benzemiyor. 


Ali terliyor. Sırtından akan soğuk ter rahatsız etmeye başlıyor.


Eva birkaç dakika içerisinde elinde iki kadehle geliyor.


“Buzlu votka,” diyerek elindeki kadehleri sallıyor.

Ali votkadan pek hazmetmez ama Eva’nın gülüşü ona bir votkadan daha fazlasını vat ediyor iması, sesini çıkarmasını engelliyor.


Eline tutuşturulan kadehten bir yudum alıyor. Ağzı bir an uyuşuyor vücudunu esir alan sıcaklık ayak parmaklarına kadar yollanıyor.


Hafiften bir titreme tutuyor Ali’yi.


Eva kahkaha atıp içkisini yudumlarken Ali’nin yanına sokuluyor. Ali yutkunuyor. Alnın da terler birikiyor. 


Utangaçlığından dikkatini kadehe verip bir yudum daha alıyor ve o an fark ediyor, Eva çizmelerini hala çıkarmamış. O çizmeler sinirini geriyor.


Eva ince parmaklarıyla Ali’nin çenesinden tutup kendisine doğru çekiyor. Gözleri gözlerini deliyor ve dudakları Ali’nin dudaklarına yapışıyor.


Ali kadehini zemine, halının üstüne bırakıyor.

Bana değerli olduğumu hissettir…


Uzun bir süre öpüşüyorlar. Ali tüm kontrolünü yitirmiş kendisini Eva’ya bırakıyor. Mutlu hissediyor.


Bir an duruyorlar. Ali utangaçlıktan suratının yandığını hissediyor ya da votkadan, arasındaki farkı anlayamıyor. Yerdeki kadehini alıp tekrar bir yudum içiyor. Vücudu titriyor. Şikayetçi değil.


Eva ayağa kalkıp Ali’nin elinden tutarak yatak odasına doğru yürüyor. Ali ayağa kalkınca sallandığını hissediyor. Üç yudumla sarhoş olması tuhafına gidiyor. İçki çok ağır olmalı diye düşünüyor sallanarak yürürken ve gözleri kapanıyor…


Gözlerini açtığında yatak da çırılçıplak uzanmış olduğunu fark ediyor. Baygın gözlerle etrafı süzüyor. Odanın ışıkları kapatılmış. Pencereden süzülen ay ışığı zifiri karanlığı yarıyor. Eva’dan iz yok.


Ali’nin başı ağrıyor.


Elini hareket ettirmek isterken bileklerinin acıdığını fark ediyor. Bir anlık panik vücudunu esir alıyor. Elleri ve ayaklarının kalın bir iple bağlandığını anlıyor. Nefes alışı hızlanıyor. Çıplak vücudu soğuktan geriliyor, kalbi göğüs kafesini zorluyor.


“Eva!” diye bağırıyor.


Cevap koca bir sessizlik.


Beni yalnız bırakma. 


Beni terk etme.


Uzun süre debeleniyor ama faydasız. Bilekleri açıyor. 


Küfrediyor.


Üşüdüğünden mi yoksa korkudan mı bilinmez hafiften titremeye başlıyor. Çıplak bir şekilde bağlanmanın utancı ve üstünü örtme isteği her şeyden ağır basıyor ama kıpırdayamıyor. 


Tekrar Eva’nın ismini haykırıyor…


Ve kapı açılıyor. Pencereden süzülen ışık, içeri giren Eva’nın üstüne çullanıyor. Siyah elbisesi ve çizmeleriyle yavaş adımlarla Ali’nin fark etmediği yatağın yanındaki sandalyeye oturuyor. Buzlu votka dolu kadeh elinde duruyor hala. 


“Ne yaptığını sanıyorsun sen…”


“ştt,” diyerek susturuyor Ali’yi. O kadar sakin ki Ali bir an çocuksu bir paniğe kapıldığı için utanıyor.


Eva Votkasından bir yudum alıyor ve ayaklarını üst üste atıyor. Suratında vahşice bir gülümseme beliriyor.


“Korktuğunun farkındayım,” diyor sakince. “Ama korkmana gerek yok tüm açılarına son vermek için buradayım.”


“Ne saçmalıyorsun sen… İçkime bir şey kattın değil mi?” Ali, sesindeki kontrolünü kaybediyor. Eva’nın sakinlikçe gülümsemesi, korkmasına, aklına değişik şeylerin gelmesine neden oluyor. Kötü şeyler. Çığlık atıyor. Yardım istiyor ve ağlamaya başlıyor.


“Kimse seni duyamaz Ali,” diyor Eva. “Tıpkı hayatındaki istediklerin gibi. Kimse sana mutluluk vermeyecek, kimse seni değerli hissettirmeyecek ve herkes seni terk etti Ali. Ailen, arkadaşların hatta kendin bile.”


Yardım için attığı çığlıklarını kesiyor, sulu gözlerle Eva’ya bakıyor. Karanlık oda da seçilemeyen suratındaki mavi gözleri parlıyor Eva’nın.


“Seni ilk, trafikte, köprünün başında dikilmiş intihar etmek için kendinle savaşırken gördüm. Seni seyrettim. Ölmek için cesaretin yok gibiydi ve yanılmamıştım da. Kendin bile sana sırt çevirdi.”


Ali korkudan sesini çıkaramıyor. Bu tür şeylerin yaşandığı yerler filmler, normal hayatta böyle şeyler olmaz. Gözlerini kapatıyor. Sadece rüya, sadece rüya.


“Rüya da değilsin Ali. Aslında bakarsan bir rüyadan uyandın diyebilirim.”


“Sen kimsin? Neden bunu bana yapıyorsun?”


“Of, çok film klişesi bir soru bu.”


“Soruma cevap ver sürtük.”


“Oo, demek böyle oynayacağız, içinde gizlediğin maskülen erkekliğinle beni korkutmaya mı çalışıyorsun. Çıplak olduğunu hatırlatırım. Ve korkudan sikinin büzüştüğünü de,” diyor Eva, sandalyesinden biraz öne eğilerek.


Ali çıplak olduğunu unutmuş. Eva’nın sözleri vücudunu örtmek için delice çırpınmasına neden oluyor. Utancı korkusundan ağır basıyor. 


“Şimdi ben kimim diye soracak olursan cevabı şu, kurtarıcın,” diyor Eva. “Ben bir koleksiyoncuyum.”


Eva doğrulup çizmelerini Ali’nin göğsünün üstüne koyuyor. Ali derin bir nefes alıyor ve gözleri sonuna kadar açılıyor. Karanlık oda da az da olsa pencereden yayılan ışıkta çizmedeki gözlerin hareket ettiğini fark ediyor. Gözler birden hareket etmeyi bırakıp Ali’ye bakıyor.

Ali tekrar çığlık atıyor. Bileklerindeki kan akışı durana kadar debelenip bağırıyor. Gözyaşları sümüklerine karışıp çenesinden aşağıya akıyor.


“Seni gördüm,” diyor Eva, Ali’nin çığlıklarını umursamadan. “Ben özel bir Koleksiyoncuyum, senin gibi nadide parçalar toplarım. Hayatının ışığını kaybetmiş zamanla yitip gitmek üzere olan yalnız insanları.”


“Lütfen beni bırak, yemin ederim kimseye söylemem… ve şunu da üstümden çek!”


Gözler, Ali’ye bakmaya devam edip hareket edip duruyorlar. Her göz sanki farklı bir duyguyu barındırıyor gibi geliyor Ali’ye. 


“Lütfen!”


Eva oralı olmuyor.


“Nerde kalmıştık. Evet, hatırladım. Senden bahsediyordum.” Parmakları Ali’ye doğruluyor. “Şu anda korku içerisindesin, anlaşılabilir bir şey. Çünkü vücudun yaşamak için vereceği tepkiyi biliyor ama ruhunu dinlersen orada koca bir boşlukla karşılaşacağını biliyorsun… Senin gibi birçok insanı koleksiyonuma kattım. Sen de onlardan birisin. O köprüden aşağıya kendini derin sulara bırakmamanın nedeni saçma da olsa hayatta tutunmak için sakladığın kimseye gösteremediğin umudundu. Ama sende bunun yalan olduğunu biliyorsun. Sevilmek ve değerli olduğunu hissetmek istiyorsun, tıpkı diğer sıradan insanlar gibi. Bu değerli olma hissini bir başkasından, bir kadının sıcaklığından ya da sanatta arıya bilirsin ama gerçek şu ki doyumsuz bir varlıksınız. Özellikle senin gibi özel melankoliğe yatkın insanlar. Siz benim için özelsiniz.”


Ali bağırmayı kesmiş, paketinden bir dal sigara çıkartıp yakan Eva’ya bakıyor. Çakmağın ışığı sert çene hattına, duygudan yoksun suratına vuruyor Eva’nın. Derin bir duman alıp karanlık odaya üflüyor. Dumanlar pencereden süzülen ay ışığın altında yıkanıyor. Tütün kokusu Ali’nin gözlerini rahatsız ediyor.


“Neden sen? Güzel soru,” diyor Eva ve ekliyor.


“Geldiğim yerde müziğe çok önem veririz ama sizin anlayacağınız bir müzikten bahsetmiyorum. Duyguların harmanlandığı derin küçük tınılardan bahsediyorum. Bana öyle deliymişim gibi bakma… bu gördüğün çizmemdeki gözler her biri ayrı bir duygunun müziksel tınıları, çok değerli bir koleksiyon ama bir bütün olması için bir duygu tınısına daha ihtiyacım var. İşte burada sen devreye giriyorsun. Senin o sevilmekten çok anlaşılabilme isteğin, farklı ve çok uzun süredir aradığım bir tını oluşturuyor gözlerinde.”


Ali tüm bu söylevleri sessizce dinliyor. İlk de korku duygularını esir almışken şimdi sakinliği kendisini korkutuyor.


Yusuf aklına geliyor ve söyledikleri sözleri. “Hayattan çok beklentin var Ali, yaşam denen bu saçmalığı fazla ciddiye alıyorsun. Kendini özel sanıyorsun ama sürpriz, özel falan değilsin tıpkı hepimiz gibi. Beklentilerin ne kadar az ise suratındaki o aptal üzgün ifaden de o kadar azalır. Kankanın tasfiyelerini dinle sen.” 


“İşte şu an gözlerinden yayılan müziği duyabiliyorum Ali. Ne kadar güzel olduğunu bir bilsen,” diyor Eva, gözlerini kapatıp Ali'nin duyamadıpı müzik eşliğinde kafasıyla ritim tutuyor.


Çizmelerini Ali’nin üstünden çekip ayağa kalkıyor. Suratını Ali’ye yaklaştırıyor. Pencereden yayılan ışık sarı saçlarında dans ediyor ve gözleri…


“Acıtacak mı?”


“Hayır, hiçbir acı hissetmeyeceksin hatta bundan hoşlanacaksın.”


Eva gözlerini Ali’ye yaklaştırıyor. Ali sakince kirpiklerine kadar yaklaşan mavi derin gözlere bakıyor. Patlayan bir Nebula gibi desenlerle çizili mavi gözleri kendisini büyülüyor. Yavaşça o gözlere çekildiğini hissediyor. Korkudan eser yok. İçini kaplayan bir huzur bedenini esir alıyor ve kendini bırakıyor.


Bir müziğin hafif bir tınısı kulağına çalınıyor. Gözlerinin yaşardığını hissediyor. Gergin vücudunun hafiflediğini, düşüncelerinin durgunlaştığını hissediyor.


O mavi gözlerin içine dalıyor. Tuhaf bir duygu içerisinde buluyor kendini. Saf bir mutluluk duyuyor. Endişeye dair hiçbir şeyin olmadığı bir duygu ütopyasında dans ediyor, yüzüyor. Sonra tüm acıları önünde beliriyor. Sanki arınıyormuş gibi vücudundan akıp gittiğini hissediyor ve sonra diğerlerinin varlığını hissediyor. Farklı müziklerle ezgiler oluşturan diğerlerini. Ağlanacak kadar güzel bir müzik oluşturuyorlar beraber. Anlaşıldığını hissediyor. Eksik bir varoluşun bütünleşmesi gibi bir coşku duyuyor, aralarına alıyorlar diğerleri. Onu sarmalayıp bir bütün oluyorlar ve evrenin o kaosundan yayılan düzenle harmanlanmış eksiksiz ezgisini çalıyorlar…