Kitle Kültürü ve Yüksek Kültür Çatışması


Öncelikle bu çözümlemede, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski kitabı ile popüler kültürün sanatla olan bağı ve Frankfurt Okulu’ndan birtakım düşünürün dolaylı olarak tespitlerini ele alabiliriz.


Hızlıca başlayacak olursak; konunun girişinde “arabesk, kitle kültürüdür” değerlendirmesine karşın arabeskin sanat olmadığının saptandığı görülür. Nitekim arabeskle birlikte gelen dolaylı bir ters gönderme arabeskin sanat olmadığını belirtiyor. Çünkü Lowenthal’ın açıkça belirttiği gibi “sanatın karşıt kavramı kitle kültürüdür.” Öncelikle arabeskin “yüksek sanat” ölçüleri açısından sanat olup olmadığı; bu çalışmayı doğrudan ilgilendirmiyor. Ancak, “sanat” tartışmasının; sanata atfedilen değerlerle popüler kültüre atfedilen değerlerin birbirlerinin karşıtı olması açısından bu çalışma için bir önemi var. Bu nedenle doğal olarak "Arabesk bir sanat mıdır?" sorusunu sormak çok doğal ve önemlidir. Bu önem, özgürleşme noktasında düğümleniyor. Özgürleşme ve hâkim ideolojiye direnme nitelikleri Frankfurt Okulu ile muhafazakâr ve hümanist modernistlerin dediği gibi yalnızca yüksek sanata mı aittir? Cevap: Bana göre bu soruya hayır cevabı verilebilir. Çünkü yüksek sanat dediğimiz olgu böyle bir kültürün oluşmasına direkt olarak etki etmez. Fakat özgürleşme her insanın hakkı olduğu için bu ideolojiye karşı çıkılmalıdır. Yani dolaylı da olsa arabesk bir kültürün oluşması özgürlükle bağlantılıdır. 


Popüler kültür ürünlerinin edilgen bir doyum, oyalanma ve uyum işlevleri dışında işlevleri yok mudur? Cevap: Evet, vardır. Popüler dediğimiz olgunun bu işlevler dışında olumlu etkileri de vardır. Popüler kültür de olan arabesk müziğini; hayatı isyanlarla dolu bir insanın dinlemesi gibi -bu kişi kendine zarar da verebilir- sadece müziğin tınısını seven yüksek kültürlü biri de dinleyebilir. Ya da tersinden sorarsak: Popüler kültürün “özgürleşme” ve özgürleştirici bir proje açısından, genel olarak popüler kültürün önemli olduğunu ortaya koymayı amaçlaması; sanat-popüler kültür, özgürleşme-güdüp yönetme (manipülasyon) tartışmaları bu nedenlerle önem taşımaktadır.


Estetik yaratı, sanatçının kendi tabiatından doğar. Sanatın kutsallığının ve saflığının kaynağı dışsal amaçlardan yani duyusal zevk, fayda ve ahlâktan bağımsız olmasıdır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Sanatçı kendi dünyasında apayrı bir dil oluşturabilir. Bu dil başkalarının ya da başka sebeplerin etkisinden uzak bir şekilde oluşabilir. Bu, sanatçıyı daha özgün, daha estetik ve daha popüler yapabilir. Nitekim sanatçı bu dünyayı evi olarak görmeyen estetik, yeni bir dünya yaratarak bu dünyaya hayır diyebilendir. Yani sanatçı kendi dünyasını kendi çabalarıyla inşa edendir. Örneğin Rus edebiyatıyla yetişen ve filmlerini Rus edebiyatının etkisinde kalarak yapan bir yönetmen, okuduğu ve anladığı cümleleri kendi dünyasında bir estetik oluşturarak görüntüye aktarır. Fakat Leo Löwenthal’a göre sanat günlük hayata karşı çıkarak kendisi gerçek olur. Yani sanat gerçekten daha gerçek olabilir.

        

Kitle içinde erimiş birey ise ancak toplumsal mekanizmaların dayattığı biçimde duyabilir ve bu aşina dünyaya karşı yeni bir dünyanın, yeni bir toplumun mümkün olabileceğini duyup bu doğrultuda direnemez. Yani kitle içinde bulunan bir bireye, toplumda egemen olan ideoloji duyması gerektiğini söylüyorsa; o kişi duyar. Mesela kapitalist bir toplumda bir insana araba al deniliyorsa o insan araba almaya mecbur bırakılır.

        

Popüler eğlence denen şey ise uyandırılmış, güdülüp yönetilmiş taleplere yani kültür endüstrisi tarafından bozulmuş olan taleplere dayanır. Bu popüler eğlence endüstrisinin sanatla ilgisi yoktur. Çünkü ekonomik gereksinim ile sanat eserinin bağımsız, içsel gereksinimi (hakikilik) arasında bir karşıtlık vardır.

       

Demokratik ülkelerde artık arz ve talep toplumsal ihtiyaçla değil eğlence endüstrisinin mantığıyla belirlenir. Yani çoğunlukla kapitalist ama gelişmekte olan ülkelerde okuyan insan yerine eğlendiren insan kavramı ön plandadır. Bir sinema salonunda izlenen bir film eğlence endüstrisinin mantığıyla belirlenir. O yüzden toplumsal sorunları konu alan sanatsal filmler gösterime girmez. Çünkü arz-talep doğrultusunda eğlence endüstrisi mantığı vardır. Son karar eğitilmiş seçkinlerde değil eğlence endüstrisindedir. Popülerlik eğlence endüstrisinin, insanların ne sevdiğine dair tedariklerinden ibarettir.

      

Frankfurt Okulu’nun (Horkheimer, Adorno) Marksist çizgisinin ortak noktası yüksek sanata verilen önemde yatar. Buna Küba örnek verilebilir. Çünkü Küba’da insanlar her alanda eşit bir şekilde faydalanır ve her alanda sanatın önemi vurgulanır. Bir başka örnekte ise yüksek kültürlü bir insan maddi durumuna göre kültürlü sayılmaz. Yoksul biri okuduğu kitapla zengin ama modernliğin getirdiği bir takım hevesleri tercih ederek alçak kültürlü olduğunu gösterir. Örneğin; Fransa’ya giden biri Fransa’nın en lüks otellerinde kalıp en iyi yemeklerini yemesiyle yüksek kültürlü sayılmaz. Aynı şekilde Fransa’ya gitmeden kendi şartlarında, kendi ülkesinde bir tiyatro oyununa, bir operaya, bir müzeye gidiyor ve dünya klasiklerini okuyorsa o kişi de yüksek kültürlüdür. Frankfurt Okulu’na göre de özgürleşme ve ütopik nitelik yalnızca yüksek sanatta mevcuttur.

      

Kitle kültürü ise tüketicileri var olan düzenle uzlaştırarak kapitalizmin çıkarlarına hizmet etmeye zorlar. Kültür endüstrisinin tüketicileri güdüp yönetmesinde -iş bölümüne dayanan toplumsal yaşantının derinleştirdiği- “yanlış ihtiyaçlar” yaratması rol alır. Mesela çamaşır makinesi olan bir bireyin, yeni bir çamaşır makinesine eklenen bir özellikle yeniden alması. Yanlış ihtiyaçlar yaratıldığı için bireyi bunu almaya zorlar. Bireyin toplumsal konum ve çıkarlarını algılamasını engelleyen yanlış ihtiyaçlar ve yanlış bilinçlilik, Frankfurt Okulu’nun "güdüp yönetme kuramı"nın temel kavramlarıdır. Adorno’ya göre hakiki tecrübenin ve hakiki bireyin var olamadığı çağdaş yaşamda; öznel tecrübenin yerini yönetilen bir bilinç almıştır.

         

Pascal’a göre modern döneme geçişin yarattığı şartlar bireyleri huzursuzlaştırmıştır. Ancak bu duruma uyum gösterebilmek için başvurulan her türlü sanat eseri aracılığıyla oyalanma ve kaçış; insanın kendi kendisiyle yalnız kalabilmesi ve böylece kurtuluşa ermesini engelleyicidir. Yani bu durum tamamen modernliğin dayattığı ve bireyi zorlayan bir durumdan çok yalnız kalmanın yarattığı bir takım öngörüden ibarettir. Birey sadece yalnız kaldığı zaman oyalanmaz. Toplumla iç içe olduğunda da bir oyalanma söz konusudur. Örneğin, 1920-30’larda Henri Poulaille, aslında "sanat için sanat"ın bir lüks ve kaçış olduğunu söylüyor ve, "halk için sanat" yani "gerçeği söyleyen sanat"ı savunuyor. Bu görüşle birlikte aslında sanat halk, insanlar için yapılan sanat da gerçek sanattır. İnsanlara fayda sağlamayan bir eser sanat değildir. Böyle bir sanat oyalanma ve kaçıştır. Sanat dediğimiz kavram ancak insanlara bir şeyler öğretirse ve anlatırsa gerçek amacına ulaşır. Bu görüşün izinde giden sanatçılar da olmuştur gitmeyen sanatçılar da olmuştur.      

       

İnsanlar topyekün yanlış bilinçlilik ve yanlış ihtiyaçların yerine gerçek ihtiyaçları esas alarak başarılı olabilir.

       

Arabesk kültürüne dönecek olursak; Türkiye’de arabeskin bir kitle kültürü olduğu konusunda geniş bir mutabakat var. Arabeski "kaderci" ya da "yoz" olarak değerlendiren görüşler açıkça tartışmasa bile; genellikle kitle kültürünü özgürleştirici olan sanata karşıt yan anlamıyla kullanıyorlar. Yani arabesk kimi görüşlere göre sanata karşıdır. Fakat arabeski sanat olarak gören bir kesim de vardır.


Popüler kültür içinde yüksek kültür; kişinin maddi durumu, tarzları, giyinişi, dış görünüşüyle doğru orantılı değildir. Fakat okuduğu, dinlediği, gittiği mekanlara göre farklılık gösterebilir. "Sanat, sanat içindir" görüşü yerine "sanat, toplum içindir" görüşünü benimsemek toplumsallık adına daha faydalıdır.


Son olarak: "İnsanlar yanlış ihtiyaçlar ve yanlış doyumlar yerine temel ihtiyaçlara göre yetiştirilmelidir."



kaynakça:

  • Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski(Meral Özbek)
  • Frankfurt Okulu ve Kitle Kültürü Çalışmaları (https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1497178)
  • Kitle Endüstrisi ve Kitle Kültürü Kavramlarının Frankfurt Okulu Düşüncesi Üzerinden Analizi (Mümtaz Levent Akkol)