Kaldırımın çökmüş yerlerinde biriken sular buz tutmaya başlamıştı. Şehri büsbütün bir kömür bulutu sarmış, insanın nefes almasını engelliyordu. Yol boyu bir asker düzeninde sıralanmış ışıklar ise kömür bulutunun griliğinde sönmüş gibiydi. Kendini bile ışıtmaktan aciz kalmış, şehre korku salan bir hale bürünmüştü. Bükülmüş bir telin sonradan düzeltilmiş hali gibi eğri büğrü uzanan caddede yaşam belirtisine dair pek bir iz görünmüyordu. Sadece birkaç dükkânın loş ışığı camdan dışarı zorla yansıyor, dükkânların önünü güç bela aydınlatıyordu. İnsanların adımlarına karışan küçük kar taneleri, kışın geldiğini haber vermek ister gibi hoyratça sağa sola savruluyordu. Montunun şapkasını başına geçirmiş, kollarını iki üç kere kıvırmış, kısa boylu, kömür karası gözleri olan genç; kar tanelerini yakalamak için ikide bir ellerini havada rastgele savuruyordu. Abisinin ikazlarına kulak asmıyor hatta kar tanelerini yakalamak için yanından uzaklaşıp kömür bulutunun içinde kayboluveriyordu. O sırada abi, kömür bulutunun içine dalıp kardeşini koltuk altlarından tuttuğu gibi çekiyordu. Aydınlığa, yanı başına getiriyordu. Bırakır bırakmaz açıyor ağzını, yumuyordu gözünü:

“Biz burada kömür taşıyoruz evimize, sen hâlâ oyun peşindesin!” El arabasının saplarını sıkıyor, daha da sinirli görünmek için gözlerini olabildiğince açıyordu. Bir süre sonra gözlerinin içi yanmaya başladı. Ama buna pek aldırmadı. Küçük çocuk ise bu hareketlerin hiçbirinin farkında olmamasına rağmen abisinin sinirlenmesinden çok korktu. Birkaç dakika böyle sessizce geçtikten sonra bu sefer küçük çocuk abisine döndü:

“Abi! Kömür mü daha çok yanar yoksa tezek mi?”

“Ulan akıllım tabi ki de kömür!” Gülerek konuşuyordu, onu sanki gülüşüyle de bildikleriyle de ezmek istiyordu.

“O yüzden mi bir araba aldık kömürü?”

           İşte abinin yüzü düşüvermişti. Kömür karası gecenin ortasında yüzü kıpkırmızı kalıvermişti. Sustu, kafasını olabildiğince yukarı kaldırdı. Neredeyse önünü göremiyordu. Cevap vermedi. Kısa bir sessizlik oldu, kardeşi o sorduğu soruyu unuttu sanki peşine başkasını ekledi:

“Peki nereden biliyorsun abi?”

           Kendisini toparladı, yüzü gecenin karanlığına uyum sağlamaya başladı:

“Bir keresinde -kahvehanede çalışırken- ustam bana kömür yakmayı öğretmişti, oradan biliyorum!”

“Vaay abi! Demek sen kömür yakmasını da biliyorsun ha, hemen eve gidince yakabilir miyiz bunu?”

“Tabi olum ne sandın, yakmak için gidiyoruz zaten!”

           Şimdi küçük çocuk gözlerini olabildiğince açıyordu. Hem de bilerek değil, farkında olmadan… Şaşkınlığının boyutu o kadar büyüktü ki… Ama gözlerini yalnız fındık kadar açabiliyordu, bu duruma biraz üzüldü ama pek umursamadı. Abi, şimdi biraz daha özgüvenli hissediyordu kendini. Kardeşine baktı. Hayran gözlerle kendisini izlediğini görünce kömürün nasıl yakıldığını anlatma isteği duydu kendinde. Bekledi. Biraz daha izlemesini istedi içten içe. Kardeşi bakıyordu. Abi, daha fazla dayanamadı başladı anlatmaya:

“Önce” diye başladı hemen boğazını temizledi, kaldırımdaki su birikintisine okkalı bir balgam fırlattı. Kardeşi de sadece ona bakıyordu. “Sobanın altını tezekle güzelce besleyeceksin ama öyle kırıntıyla falan olmaz bu iş kalın tabakalar yerleştireceksin.” El arabasının tekeri çukura girince öne doğru yığıldı ama kömürleri dökmedi, kendisi de ayakta kaldı. Usta bir şoför gibi savuşturdu olayı. Kardeşi, sıkıca sarılmıştı el arabasının sapına. Devam etti: “Tezekleri gazeteyle tutuşturduktan sonra bekleyeceksin biraz, onlar iyice yanacak. Yoksa olmaz. Bizim Kel Faruk yakmayı becerememişti de usta o yüzden bana göstermişti, ben de ilk defasında kapmıştım vallaha! Çünkü o, tezekleri tamamen tutuşturmadan atıyordu, çok aceleciydi çok, aptal!” Güldü, kahkahalara boğuldu. Bir ara sesi çatallaşmaya başladı, bu sefer okkalı bir balgamı kömür bulutunun içine doğru savurdu rastgele. Kardeşi daha da dinlemek istiyordu. Devamı da olmalıydı, el arabasının sapını çekiştirerek sordu:

“Sonra abi, sonra nasıl oluyor, sonra nasıl yanıyor kömür?”

           Abisi umursamaz görünerek konuştu:

“Tezekler tutuşunca, önce küçük kömür parçalarını koyacaksın.” Gözleriyle arabanın ucundaki kömürleri işaret ediyordu. “Onlar tutuştuktan sonra da büyüklerini koyacaksın. İşte böyle yakılır kömür! Hah hah haaa!”

           Küçük çocuğun gözünde ışıklar çaktı. Bedeninde bir duygu hızlıca yükselmeye başladı. Abi, olanların farkında değildi. El arabasının sapını, abisinin elinin hemen altından tutuyordu. Elini bir-iki kere döndürdü, sıkıca kavradı. Birden “ollleey” diye bağırdı. El arabasını tuttuğu elini havaya kaldırmak istedi ama arabayı bırakamadı. “Ben de kömür yakmayı öğrenmek istiyorum!” diyecekti ki bütün kömürler yola savruldu.

 

Aralık 2020/Taşlıçay