Uzun zamandır sürekli arkadaşlarımdan neden randevulara çıkmadığıma dair sorular alıyorum. Geçiştirme ve şakayla karışık verdiğim cevaplar arasında gerçeği bende bilmediğim için kimseye düzgün bir cevap veremiyordum. Dün küçük kardeşimin nişanına katıldıktan sonra; bak kızım böyle olmaz bir oturup düşünelim dedim kendime.

Hayatı boyunca plansız, programsız, kafasının içi de tıpkı hayatı gibi dağınık yaşayan biri oldum. Yaptığım planlar için yeterince çalışırsam gerçekleşeceğini bildiğim için çoğu zaman yolun yarısında hevesimi kaybedip yoldan döndüm. Ben de kendimce böyle bir hayatın içine neden kimseyi dahil edeyim ki diye söyleyerek sürekli bana adım atmaya çalışan herkesin önünü kesen hatta öyle ki refleks olarak tersleyen birine dönüşmüştüm. Peki ya o zaman diğer insanlar neden evleniyordu? Veya neden birilerini hayatımıza dahil ediyorduk?

Kendime bunları sorduğum bir sabaha uyanmıştım. Arelle uzun konuşmalar sonunda fark ettiğim şey; ben sadece kendi yarattığım konfor alanında yaşamak istiyordum. Hatta o kadar çok keskindi ki bu konfor alanı çizgileri; dışardan tanımadığım herhangi biri yaklaşmaya çalıştığı zaman bile alarm veriyordum. Ben ki insanları hayatına dahil etmeyi daha geçen sene öğrenmiş biri olarak hayatımda ne kadar çok alışmıştım konfor alanına? Tokat gibi çarptı bu soru yüzüme. Bütün hayatım boyunca şok olarak izlediğim, kendi yaşam standartlarını yakaladığı zaman bunların bir adım dahi dışına çıkmayan insanlara dönüşmüştüm.

O zaman bu durum sadece benim için mi geçerliydi? Bir ilişkiye alışmak için gerekli olan zamanı düşündüm. Genelde biten ilişkilerin ardından hep o ilişkiye ait alışkanlıklar kalırdı. Hatta bu öyle ki; eğer içiniz de hala yaşanmamış eksiklikler hissediyorsanız psikolojik olarak ona benzer ilişkiler, durumlar yaşamaya devam ediyordu. Okuduğum bir kitapta şöyle anlatıyordu bu durumu; kişi hikayesinin yarım kaldığına inandığı için hikayesine benzer durumları hayatında yaratmaya devam ediyor. Sonunda onu tatmin edecek noktaya koyana veya fark edip kendi döngüsünü kırmaya karar verene kadar bu devam ediyor.

Aslında herkes kendi kısır döngülerinde mahkum olmuştu. Ve bu mahkumiyetler birer spiralin içerisinde dönmeye benziyordu. Ne zaman ki iki dişlinin yan yana geldiği zaman doğru ritimde dönerse; makineyi çalıştırmaya yarıyordu. Bizde kendi kısır döngülerimizin spirallerinde dönerken, paydaş noktalarda benzer insanlara rastlıyorduk.

Peki ya konfor alanları sadece içinden çıkamadığımız kısır döngülerin örüntülerinden mi ibarettir? Yoksa sadece edindiğimiz alışkınların hayatlarımıza birer yansıması olarak mı görürüz?

Her gün işten çıktığınız zaman mutlaka eve gitmek bir alışkanlıktır. Eğer haftada bir gün bile olsa eve uğramadan dışarı çıktığınız da rahatsız hissediyorsanız burası konfor alanınızın kırıldığı yerdir. Bu illa ki kısır döngünüz demek değildir. Sadece bazı alışkanlıklar bizim için rahattır ve bunları bozmak istemeyiz. İşte ilişkilerde hayatımızda edindiğimiz konfor alanlarıdır. Nasıl ki eve uğramadan dışarı çıkamıyorsak; alışkanlık edindiğimiz ilişkimizden de öylece kurtulamayız.

Bunu en çok kendi boğulduğumu hissettiğim dönem de içimden mantra misali kendime haykırmıştım. Madem ki boğuluyorsun ilişkinde; madem ki boğuluyorsun kısır döngünde ''Kır Zincirini! Kurtul sana takılan prangalardan!''