Çok küçüktüm o zamanlar.


Belki ilkokula bile başlamamıştım. Dayım kucağında bir alman kurdunun yavrusuyla, ananemin yeşile çalan bahçe kapısından içeri girdiğinde nasıl mutlu olduğumu hatırladım bir anda. Begonvillerin bahçe kapısının rengi ile hoş bir tezat oluşturduğu bahar günüydü.


Yaban elması yıkamıştı bana ananem, bir de kesmişti. Umrumda değildi, yememiştim. Koşarak dayımın yanına gittim ve onun kucağındaki yavru köpeği kucağıma almak için kollarımı açtım. Kucağıma aldım, yüzümü yaladı. Güldüm.


Ben büyüdüm,

Kont büyüdü.

Yaban elması ise olduğu yerde çürüdü.


Bir bahar sıcağında, kızıl gelincikler arasında ben önde, koca kafalı yeni dostum arkada koşturuyorduk. Kont dili dışarıda üstüme atladı. Pamuk gibi bulutlar gökyüzüne yayıldı. Biz uzandık şekilleri anlattım ona “Bak kont şu at, şu kuş, şu aaaa o da pamuk şeker” diye.


Kont büyüdü,

Ben büyüdüm.

Elma artık yoktu.


Okullar açıldı. Artık dostumu daha az görür oldum. Yağmurlar başladı sonra. Günün birinde Kont zincirini kıran her köpeğin yapacağını yaptı. Tasması zincirine bağlı kaldı. Açık kalmış bir sokak kapısının kenarından dışarıya sıvıştı. Okuldan eve geldiğimde anneannem sokak sokak kontu aramış çok da yorulmuştu.


Kont bir daha geri gelmedi. Belediye zehirlemiş dediler bana. 


Hayır dedim ölmemiştir. Geri gelir günün birinde belki dedim. Günlerce mama kabını, su kabını dolu tuttum.


Bir gün gelir belki dedim. Dayım gelmeyecek dedi. Ben gördüm dedi. Belediye dedi. Zehirlemiş dedi.


Oysa belediyelerin daha iyi işleri yok muydu? Yoktu belki de. 


Kont’un tasması zincirde kalmıştı. Sokak köpeği sanmışlar herhalde dediler. 


Sokak köpeklerinin canı can değil miydi dedim. Ama çok çoğalmışlardı dediler. Bunun önüne geçmenin başka yolu yok muydu dedim. Çok pahalı olurdu dediler. Canlardan da mı pahalı dedim?


Bunlar hep ben küçükken oldu.

Ben büyüdüm yine aynı şeyler.


Kont gitti,

Ben büyümeye devam ettim.

Yaban elmasının yerine yeni ağaç çıktı ama hiç meyve vermedi.