çaldığım kapılar ne açılıyor ne kapanıyor, hatta kapıya sıkıştığım bile oldu. yürüdüğüm yolları farklı hislerle yürüyorum. bir şeylerin yoluna girdiğini hissetsem de bazı şeylerin müphemliğini yitirmediği aşikar. neredeyse bomboş geçiyor günlerim. geçen gün ömürdendir, diyor türküde. içim cız ediyor. bir gün daha geçiyor ömrümden ve ben bir şey eklemek değil aksine eksiye gidiyorum sanki. duruyor öylesine, zamanın geçmesini bekliyorum. o geçsin ben de sadece durmuş olayım. diğerleri de yanımdan geçip gitsin. çarpıp yaralayanlar da olabilir; bir çiçek, bir iz bırakanlar da.

zihnimin bir yerinde strafor köpüklerinden ördüğüm duvar engel oluyor sanki yazmaya. böyle geçirmek istemiyorum günlerimi. her gün yaz, n'olursa olsun yaz diyor. sözcükleri anlamlı bir şekilde bir araya getirip anlatamıyorum bile. o yazma kabiliyeti, o kelimlerin benden değil; kendiliğinden satırlara dizilmesi. o ışık… uzun süredir yok. yazamıyorum ivan. elinden oyuncağı alınmış bir çocuk, elinden ilacı alınmış bir hasta gibiyim.

kopuş, her yerde, her duyguda, her insanda. sonra Cemil Meriç'in şu sözleri geliyor aklıma: "kopmaktan korkuyorsun: yapıştığı kayadan sökülmek istemeyen midyenin korkusu, mahallesinden uzaklaşınca kuyruğunu bacakları arasına alan köpeğin korkusu... ama yaşamak kopmak demek, doğum da bir kopuş, bir parçalanıştır. sanatı da tarihi de yürüyenler halk etti..."

bu kadar çok kopmak varken merak ediyorum, hiç bağlanmak da var mıdır? köklerimi salamadan büyüyorum. geldim işte dünyaya, koptum anne karnından, göbek bağından. nereye gömüldü, bilmiyorum. ne bir yer, ne bir kişi. gezgin bir yabancı. gittiğim her yerde bir parçamı bıraktım sanki. yürüdüm, okudum, gördüm, kaçtım, yazdım, yüzleştim, dinledim, yoruldum, dinlendim bazı, koşmadım ama hiç. düşünmedim bazen ama yaşadım hep. acele ettim bazen ama durdum hep.

durdum, bir an bekledim. bekleyişim nedendir asırlar sürdü. beklediğim bir his. en son nokta, yazmamaya dayanamadığım. kaç yüz kişi arasında bir nokta. değişmeyeceğini düşündüğüm şeylerin geldiği nokta. durdum, ada çayı yaktım, antihistaminik ilaçlar ve biyokimya. yine durdum ve gökyüzüne baktım. şu hangi gezegen biliyor musun? mars mı? şaşırıyor.

kendime, kendimden çıkan ve göğe doğru yükselen bir gözle bakıyorum. yükseliyor, yükseliyor; ağaçlardan, evlerden, kuşlardan, semtten, şehirden, ülkeden, bulutlardan daha yükseğe. dünyadan, yıldızlardan, galaksiden daha yükseğe. bir toz dahi olmuyorum. ben evrenle birim, ondan ayrı değilim. ondan küçük, çok küçük bir parçayım sadece. bu bir bağlanış sayılır mı, bilmiyorum. her sorunun cevabı elbet veriliyor da kimisi ölü bir bedene veriliyor. her duanın karşılığı elbet veriliyor da kimisini anlamıyor insan. sonra kendime karşı ne kadar acımasız olduğumu fark ediyorum. bazen katettiğin mesafeye şaşırırsın bazen de en başa dönüp tekrar aynı yolu yürürsün, diyorum. aynı yol mu? aynı yolda da iki kez yürünmeyebilir. yahut yol aynı olsa dahi yürüyen ben, aynı ben değilim. ben aynı ben değilsem yol, aynı yol olsa dahi farklı yürünür. yürüyelim…