Masanın üstünde duran bardağa kolumuz çarpar ve bardak düşüp kırılırsa zihnimizde bardağın düşüşünü anlamlandırırız, bardak düşüp kırılmıştır çünkü kolumuz çarpmıştır ama aynı bardak masanın üstünden durduk yere düşer ve kırılırsa tedirgin oluruz. Her iki örnekte de sonuç aynıdır, bardak yere düşüp kırılmıştır. İlk durumda zihnimizde bu olayı sebeplendirip anlamlandırabiliriz fakat ikinci durumda zihnimizde anlamlandırmalıyız, bu da tedirginlik yaratır. Belirsizlik korkutucudur. İnsanlar kendilerini güvende hissetmek isterler. Korku filmlerinde karakterlerin başlarına ne olduğunu tam anlamlandıramadıkları ürkünç ve tekinsiz olaylar gelir, biz de onları izleriz. Filmde öyküsünü izlediğimiz karakterle özdeşleşiriz. Playların çözüp, kötü karakteri alt edip diğerlerinin kurtulmasını bekleriz. Korku filmleri; genelde insanın en temel güdüsü olan hayatta kalma güdüsü üzerine kuruludur, hikayesini izlediğimiz karakter genelde doğaüstü güçleri olan kötüyle hayatta kalmanın mücadelesini verir. Bu kötü bazen ölümsüz, bazen görünmez, bazen çok güçlüdür ama hikaye, bize düşmanın nasıl alt edileceği ile ilgili detayları verir.

Film türü olarak korku türünün başlangıcı, kamerayla aynı dönemdir. Bir filmi korku türünün içine sokmak için seyircinin üzerinde yarattığı etkiye bakarsak korku türünün ilk örneklerinden biri, Auguste ve Louis Lumiere kardeşlerin çektiği ve Paris’te gösterimini yaptığı Trenin Gara Gelişi (Arrival of a Train at La Ciotat) filmidir. Gara gelen trenin, çerçevede diyagonal bir biçimde konumlanan tren, izleyicilerin üstüne geliyormuş hissine kapılmasına sebep olmuştur ve korkan seyirciler salonda izdihama sebep olmuştur. Bir filmi korku filmi kategorisine sokmak için göz önüne alacağımız kıstas izleyiciye sunduğu şiddetin görsel tasviriyse Edison’un şirketinin çektiği The Execution of Mary, Queen of Scots filmidir.13 saniye olan filmde elinde balta olan adam İskoç kraliçesi Mary’nin kafasını uçurur ve kopan kafayı eline alıp havaya kaldırır ve film biter. Sinema tarihinde birçok tür, bir döneme ait kalmış ya da başka türlerle karışarak yok olmuştur. Tür olarak korku, kameranın icadıyla başlamış; süreç boyunca birden fazla alt türe ayrılmıştır ve hala varlığını sürdürmektedir.

Sinemada klasik anlatının oturmasından sonra korku sineması; kaynağını çağlar boyu anlatılan mitlerden, halk hikayelerinden, destanlardan, romanlardan almıştır. Bu anlatılar doğaüstü ögelere sahip olsa da uzun yıllar önce yaşamış insanların korkularını, kaygılarını içinde barındırır. Kültürlerin yarattığı sözlü, yazılı, mitsel hikayeler yarattıkları karakterler kendilerine özgüdür. “Genel anlamıyla korkunun kaynağı; yok edici, acı verici ve zarara uğratıcı tehlikelerin yarattığı tehdittir. Yaşamın sürmesi çevrenin denetlenebilmesine bağlı olduğundan tehlikelerin tanınıp tanımlanması, bilinmezlik ile korku arasındaki doğrudan ilişkiyi ortaya koyuyor.” (Abisel, 2016, s. 138.)

Kültürlerin yarattığı hikayeler farklı olsa da duyguların kaynağı aynıdır. İnsanın yaşamını devam ettirmesine yönelen tehditlerdir. Korku türünün önemli ilk örnekleri sessiz sinema döneminde 1920 Almanya'sında verilmiş filmlerdir.1. Dünya Savaşı ardından Almanya'nın ekonomik, siyasi olayların karışmasıyla sinema sektörünün Almanya’daki gelişimi sekteye uğramıştır. 1. Dünya Savaşı’na sadece savaşın sonunda fiili olarak katılan Amerika’da ise bir fabrika gibi işleyen Hollywood, sektörün liderliğini üstlenmeye başlamıştır. 1930’larda Holywood roman uyarlaması korku filmleri çekilmeye başlamıştır. Tod Browning’in Dracula filmi, Victor Halperin’in Frankestein’ı, James Whale’in Insıvble Man filmleri, 30’larda Hollywood sineması tarafından üretilen korku sinemasının önemli ilk örneklerindendir. Bu filmlerin ortak noktaları vardır, bu filmlerin anlatısı klasik anlatının yapısını izler. Filmler izleyiciyi rahatsız edecek şiddet tasviri içermez, sansür yasasının olması bunda en önemli etkendir. Kadınlar histerik davranan, tepki veren, duygularıyla hareket edip tuzağa düşen karakterlerdir ve erkekler tarafından kurtarılırlar. Kadınlar bir izi takip edip hikâyeyi devam ettirecek olsa bile asla tek başlarına olmaz daima yanlarında onu koruyup kollayacak bir erkek karakter vardır. Filmleri korkunç yapan izleyicilere gösterdiği şiddet temsilinde değildir kötülerin elinde olan doğaüstü mistik güçlere sahip karakterlerdir. “Stüdyo yıllarının korku filmleri, bilinenin ötesine geçme arzusunu genelde tacizkâr ve cezalandırmayı hak eden bir tavır olarak tanımlamaktaydı.” (Sobchack, 2008, s. 363.) Bilimi kullanarak güce erişmek isteyen bilim adamları ve ona verilen alanın dışına çıkan karakterler hikâyenin sonunda ya hatalarını anlarlar ya da kendilerini feda ederek ölürler. İyiler ve kötüler vardır ve daima iyiler kazanır. Mary Shelley romanında küçük ama önemli bir değişiklik yapar: Canavarın kafasına idam edilmiş bir ağır suçlunun beyni yanlışlıkla yerleştirilecektir. Yaratık, daha baştan yıkıcı ve yok edici etkilerin kaçınılmaz baskısı altındadır. Frankenstein'ın insanlar yüzünden kötüye sürüklendiği, Shelley romanında belli belirsiz ima edilmiştir. (Veysel Atayman, 2016.) Amerikan sinemasının belli kodları, formülleri vardır; bunlar tür olarak korku bunların uygulanıp aktarılması için uygundur. İyiler ve kötüler ayrılmıştır ve kötülük sonradan türlü etkilerle olan bir şey değildir, insanın içinde vardır. “Kötü karakterler ne olmadığımız üzerinden kim olduğumuzu doğrularlar.” (Gaskıll, 2016, s. 12.)

Filmler iyiyi ve kötüyü anlatır ama bu hikayelerdeki kötülerin etki alanı sınırlıdır. Kötü; bazen üstün güçleri olan birisidir, bazen bir şeyi elde etmek (güç, aşk, para) için çabalayan, bunun için kötü güçlerin etkisine, himayesine giren karakterin çevresinin onu uyarıp kurtarma mücadelesidir ve mistik güçleri olan kötüyle bu hikayeyle sınırlı karakterler tehlike altındadır. Hikayeler kim yaptı, nasıl oldu gibi temel hikaye çatışmalarına dayanır. Film başlayıp ilerlerken karakterlerde biz de biliriz ki bu tehlikeli bir yolculuktur ve başımıza her şey gelebilir. Bu durum olayları biraz daha öngörülebilir yapar. Şiddet sahneleri açıkça gösterilmez, üstü kapalı bir anlatımla aktarılır.nBu anlatım tarzı zaman içinde değişmiştir.

Tobe Hooper’ın Teksas Testere Katliamı (The Texas Chainsaw Massacre, Hooper,1974) filmi, korku sinemasının kült filmlerindendir. Bu filmden sonra daha sonra “slasher” olarak adlandırılacak korku filmi alt türünün başlangıcı olmuştur. Slasher filmler “Şehirde veya kırsal alanda bir grup gencin vahşi bir katilin takibine uğradığı ve sadece genç yaşta seks ilişkisine girmemiş kadının (erken dönemde) sağ kaldığı filmler.”(Cherry, 2014, s. 20.) Bir katilin rastgele kurban seçip öldürdüğü filmlere geçiş bir anda olmamıştır. 1960’ların sonunda Hollywood’un sansür kurallarının filmler üzerinde hakimiyeti son bulmuştu. Alfred Hitchcock’un 1960 yapımı film olan “Psycho” filmi, korku alt türü olan slasher türünün ilk örneği kabul edilebilir. Psycho filminde Norman, Marion’u bıçaklayarak öldürür. Filmi diğer korku filmlerinden ayıran ve yeni bir dönemi başlatan özelliği Norman’ın gayet normal görünmesi. Doğaüstü güçleri yoktur, eskiden işlek olan fakat yeni yolun açılmasıyla işleri azalan bir motelin sahibidir. Marion’u en savunmasız anında banyoda bıçaklayarak öldürür. Filmde 3 özellik vardır ki filmi daha dehşet verici yapan da bunlardır. Mekân olarak banyo, cinayet silahı olarak ise bıçak seçilmiştir ve Norman dışarıdan gayet normal görünmektedir. Banyo ve bıçak gibi iki öğe her evde vardır ve eve ait bir şeydir. İzleyicilere daha inandırıcı ve daha dehşet verici gelmiştir. İzleyicilerin aklına oradaki ben de olabilirim düşüncesini yerleştirmiştir.

1970 yılında vizyona giren Leonard Kastle’ın Honeymoon Killers (1970) filminde gazetenin yalnız kalpler isimli çöpçatanlık köşesinden kadın avlayan, onları dolandırıp kayıplara karışan Ray’in, gene aynı köşe sayesinde Martha ile tanışmasıyla başlayan ilişkileri; Ray’in Martha’yı kız kardeşi olarak tanıtarak beraber dolandırıcılık yapmaya başlaması ile devam eder ama Ray ve Martha arasındaki ilişki işi çıkmaza sokar ve bir yerden sonra olaylar cinayet işlemeye döner. Hikayenin sonunda suçlular cezasını bulur ve ikisi de hapse girer. Bu hikayenin benzeri 1. Dünya Savaşı sürerken de Avrupa’da yaşanmıştır. “Gazetelerin yalnız kalpler bölümüne ilan veriyor, Paris’teki malikanesinde güvenlerini kazanıyor, değerli eşyalarını kendisine emanet bırakmaya razı ettikten sonra onları fırında yakıyordu.” (Spıerenburg, 2010, s. 302.) Filme esin kaynağı olan iki karakterse 1947-1949 yılları arasında yaşamış olan iki suçlu sevgilidir. Teksas Testere Katliamı filmine esin kaynağı olan katil ise 1950’lerde cinayet işleyen Ed Gein’dir. Bu filmlere ilham kaynağı olan olaylar gerçek kişiler ve olaylardır, filmlerin çekilmesinden daha önce yaşanmış olsa da sinemada gösterilmesi 1960’lı yılların sonlarına doğru ve 1970’lerde olmuştur.

1960’lar Amerika için oldukça şiddet dolu geçmiştir. Kennedy suikastı, Vietnam Savaşı, sivil haklar hareketi. Amerikan halkı, televizyonun da etkisiyle bire bir şiddetin etkisinde kalmasalar bile çok fazla şiddete maruz kalıyordu. Olaylar 1960’ta, suç oranlarının arttığı bir dönemde olmuştur. 1969 yılında Charles Manson’ın müritleri tarafından Hollywood’da evinde oyuncu Sharon Tate ve arkadaşları öldürülmüştür. İnsanlık tarihi boyunca cinayet hep olmuştur. Âdem ve Havva’nın oğlu Kabil, Habil’i öldürür. Sezar, Roma senatosunda ona ihanet edenler tarafından bıçaklanarak öldürür. Ölüm, insan yaşamının bir parçasıdır. Temel güdüsü hayatta kalmak olan insanı ölüm korkutur. İnsani duygulara seslenen filmler ise bu korkuyu filmlerin temel bir öğesi olarak kullanmıştır. Filmlerde ölüm hep olmuştur, Teksas Testere Katliamı filmini diğerlerinden ayıran ve yeni bir korku alt türünün oluşumunun ilk örneği yapan neydi?

 

Teksas Testere Katliamı’ı (Hooper,1974), bağımsız bir yapım olarak düşük bir bütçeyle çekilmesine karın gişede ciddi bir başarı kazanarak maliyetten kat kat daha fazla bir gelir elde etmiştir. “Bireysel ve bağımsız olarak yapılan filmler ticari stüdyo üretim alanının dışında kalır, bu yüzden de yapımcıların ve tüketicilerin paylaştığı tür; geleneklerin basit ifadesinin gelişimiyle uyuşmaz.” (Sobchack, 2008, s. 362.) Teksas Testere Katliamı’nı diğer filmlerden ayıran ve öncü bir konuma getiren etkenlerden biride budur. Stüdyo dışı üretim, bağımsız bir film olmasıdır.

Bir grup genç hep beraber vakit geçirmek için kırsalda bulunan filmdeki beş gençten ikisi olan kardeşler Sally ve Franklin’nin eskiden oturdukları eve doğru bir yolculuğa çıkarlar. Filmin açılışında aşağıdan yukarı doğru bir yazı akar yazıda 5 gencin çıktığı yolculukta, çok uzun yaşasalar dahi asla tanık olamayacakları ,delilik ve dehşete tanık olmuşlardı, yazı bittikten sonra siyah ekran üstüne tarih gelir. Daha film başlamadan bize sunulan görüntü bizi filmin birebir gerçek olduğuna inandıracak şekilde hikayenin içine çeker. Film izlerken onun kurmaca olduğu birinin zihninin ürünü olduğunu biliriz ama başta çıkan gerçekliğine dair akılda şüphe uyandıracak yazılar seyirciyi biraz daha fazla etki altında bırakır. Seyirci bu yazıların etkisini atamadan siyah ekran üstüne toprak kazma sesleri gelir, bir anda şok kurguyla kamera flaşının patlama sesiyle birlikte çürümüş ceset parçalarıyla karşılaşır. Filmler genelde yakın çekimle başlamaz, genel çekimle bir tanıtıcı çekim verilir. Film hem yakın çekimle başlar hem de bu yakın çekimler çürümüş ceset parçalarıdır. Filmin jenerikten sonra ki ilk planı yerde yatan ölü bir hayvandır. Eşlemesiz ses ile radyodan gelen sesler duyarız ve yoldan geçen bir minibüsün içine girmişizdir. Aracın içinde beş genç vardır. 1960’lara damga vuran hippilik akımından etkilenen beş genç özgürce dünyayı ve doğayı keşfetmeye çıkmışlardır. Sakince yolculuk yaparlarken radyodan sürekli şiddet içeren olayların haberlerini duyarız. Çöken bir binada hayatını kaybeden 29 kişi, bulunan 4 cesedin kimliklerinin dahi belirlenemeyecek şekilde vahşice katledildiklerini, hükumetin Amazon’da yürüttüğü programda patlak veren şiddet olayları, genç bir çiftin komşuları tarafından yapılan ihbarla eve zincirle bağladıkları bebeğin bulunması gibi haberler dinleriz art arda dinlediğimiz haberler 1960’ların Amerika’sının özeti gibidir. Hayatlarına devam eden bir grup gencin dinledikleri vahşi haberlere tepki vermeden dinlemesi, izleyicide şöyle bir izlenim yaratır: her gün medyada maruz kaldığınız haberlerdeki kurbanlardan biri her an siz de olabilirsiniz. Siz de tehdit altındasınız. Film boyunca beş arkadaşın arabadan indikleri sahnelerde arabanın uzaktan yapılan çekimleriyle gözetlenip takip edildiklerine dair bir his yaratılmıştır. Yolda karşılaştıkları bir otostopçuyu arabaya alırlar, yolda giderlerken bir koku duyarlar ve bunun ne olduğunu merak ederler. Bu kokunun kaynağı bölgede bulunan mezbahadır. Franklin zevkle burada hayvanların kafasına balyozla vurularak öldürüldüğünü, ilk seferde ölmediklerinden bahseder. Bu sırada ekranda mezbahadaki hayvanları görürüz, bu beş geç daha sonra oradaki hayvanlar gibi öldürülecektir. Arabaya aldıkları genç öldürme şeklinin değişmesiyle çok kişinin işsiz kaldığından bahsedecektir, daha sonra takındığı garip davranışlar yüzünden arabadan atılacaktır.

Benzin almak için durduklarında durdukları yerdeki adama gidecekleri yerin nerde olduğunu sorar. Adam ise eski evin oralarda dolaşmanın tehlikeli olacağını söyler ve onları gitmemeleri konusunda uyarır. Bu tür bir uyarı bir klişe olarak bütün korku filmlerinde vardır, karakterler uyarılır ama gene de yollarına devam ederler. Yüzmek için bir yer olduğunu söyleyen Franklin’den aldıkları yol tarifiyle Kırk ve Pam, yüzmeye gitmek için evden ayrılırlar fakat öyle bir yer bulamazlar. Geri dönerlerken gördükleri bir jeneratöre bağlı benzin tankerini görüp benzin istemek için oraya doğru yürümeye başlarlar, dışarıdan tamamen normal görünen bir eve varırlar fakat evin içi hiç normal değildir. Korku filmlerinde kötü karakter genelde uzakta, tepede, yalnız, herkesten gizli bir yaşam sürer ama artık babanızın doğup büyüdüğü yer, sizin de çocukluğunuzu geçirdiğiniz yer artık güvenli değildir. Korunaklı alan olan ev, aile üyeleri, komşular artık güvenilir değildir.

Dışarıdan normal duran evin içi hiç normal değildir, filmin başında bahsedilen mezar hırsızlarının kim olduğunu evin içini görünce anlıyoruz. Dışarıdan önce seslenen Kırk, yanıt alamayınca kapıya doğru hamle yapar ve kapı açılır; o da içeri girer. Filmin başında Franklin’nin bahsettiği şekilde Leatherface tarafından kafasına balyozla vurularak öldürülür. Aynen hayvanlarda olduğu gibi Kırk da ilk darbede ölmez, daha sonra Pam de Kırk’un içeriden çıkmamasından endişe duyar ve içeri girer. Leatherface o sırada Kırk ile uğraşmakta olduğu için Pam’le birlikte içeriyi daha detaylı bir şekilde inceleriz. Kamera burada öznel çekime geçer. Bu çekim slasher türlerinde sürekli kullanılmıştır daha sonra. Kamera elde iken çekilmiş, çerçevede sürekli ileri-geri ve pan, tilt hareketleri yapan kamerayla içeriyi gözleriz. Kamera hareketleri sarsıntılı ve rahatsız edicidir tıpkı içerisi gibi. Çok uzun bir süre geçmeden Leatherface gelir ve Pam’i de öldürür. Leatherface’in de tıpkı Norman gibi doğaüstü hiçbir gücü yoktur, sadece elinde motorlu bir testere vardır. Leatherface duygusuzca işini yaparmışçasına sadistçe bir zevk alarak insanları elektrikli testere ile keser. Leatherface Pam’i öldürdükten sonra tedirgin olur ve telaşla ileri geri koşar. Bunun sebebi öldürme duygusunun yarattığı dehşet değil, tam aksine yakalanma korkusuna kapılmasıdır.

Uzun süredir dönemeyen arkadaşlarını merak eden Franklin, Sally ve Jerry iyice telaşa kapılmıştır ve onların kaybolduğunu düşünmüşlerdir. Jerry daha sonra onları aramak için yola çıkar ve tıpkı arkadaşları gibi Leatherface‘in eviyle karşılaşır. Sıradaki kurban ise odur. Franklin ve Sally ise orda tek başlarına kalmıştır. Franklin oradan gitmeleri gerektiğini söylerken Sally, diğerlerini aramaları gerektiğini söyler; aralarında çıkan tartışmadan sonra İkisi de ormanda arkadaşlarını aramaya çıkar. Kaçınılmaz son gerçekleşir ve ormanda Leatherface ile karşılaşırlar ve Franklin ölür. Leatherface’in şiddet içeren sahnelerinde açıkça gösterilen sahneler kafaya balyozla vurulduğu sahnelerdir. Elektrikli testere kullanırken genelde izleyiciyi rahatsız etmek için kan değil, elektrikli testerenin sesini kullanmıştır. Franklin’i öldürürken Franklin’in arkasından bir plan, Leatherface’in arkasından bir plan ve çığlık atan Sally’nin yüzünün bir planı arasında çok da hızlı olmayan bir biçimde kesmeler yaparak verir. Sally, kaçmaya çalışır. O sırada arkadaşları gibi –dışardan normal görünen bir ev olan- Leatherface’in evine sığınır fakat içerisi de en az dışarısı kadar ürkütücüdür. Yardım istemek için girdiği bir odada iki tane iskeletle karşılaşır. Leatherface’in eve girmesiyle kaçış olmadığını anlar ve kendini camdan aşağı atarak kaçmaya başlar. Filmde gerilimin en yüksek olduğu sahnedir bu. Kaçmaya başlayan Sally, filmin başında da gördüğümüz gaz istasyonuna gelir ve oraya sığınır. Oradaki yaşlı adam polisi aramak yerine kızı alıp eve götürmeyi teklif eder arabayı almak için dışarı çıktığında radyodan duyduğumuz hava durumu yeniden vahşi haberlere döner o sırada öznel kamerayla Sally’nin baktığı yere bakarız biz de pişen etlere. O sahnede filmin başından beri verilen bazı detaylar sayesinde mezbaha vurgusu -Leatherface’in evindeki kanca- oradaki etlerin insan eti olabileceğini fark ederiz. Adam elinde çuval ve iple gelir ve kızı paketleyip arabaya bindirir ve evine doğru götürür, yolda oğlu olan filmin başında otostop yapıp arabalarına binen genci görürüz ve aslında filmin başından beri gördüğümüz bütün karakterler o ailenin üyesidir. Adam kızı kaçırırken bile hala elektrik faturasını düşünür. Kız evden bir şekilde kurtulur, diğer kardeşe tır çarpar, Leatherface ise tamamen bilinçsiz bir şekilde yolda kendi etrafında testereyle dönmeye başlar, o sırada kız oradan uzaklaşır. Korku filmlerinde iyinin ve kötünün arasında çizilen kesin çizgi ve iyinin kazanması, kötünün sonunda cezasının bulduğu klasik sonla sonlanmaz film.

O yerleşim yeri, mezbaha kapatılmadan önce muhtemelen kalabalık bir yerleşim yeriydi. Mezbahanın kapatılmasından sonra hızla göç vermeye başladı ve Leatherface ile ailesi orada kaldı. Fakat artık orası yaşamak için zor bir bölgeydi. Geçimlerini, oradan geçen turistleri avlayarak idame ettiriyorlardı. Kapitalizm onları vahşi birer canavara çevirmişti.

Cinayet, ölüm filmlerde hep olmuştur The Texas Chainsaw Massacre (Hooper,1974)’de ise farklı olan kurbanların rastgeleliğidir. Diğer filmlerde kötünün zarar verdiği çevre bir şekilde sınırlıdır, en azından bu kadar rastgele değildir. Seri katillik, seri cinayet, modern dünyanın bir ürünüdür. Cinayet ve ölüm hep vardı fakat bir katilin rastgele kurban seçip öldürmesi modern dünyaya aittir. “Sanayileşme öncesi dönemde insanların tümü sık sık komşularını gözetledikleri ve yabancıları dikkatle inceledikleri için birinin fark edilmeden kurbanları art arda bir eve ya da ıssız bir yere çekmesi ya da sokakta vücutlarını parçalara ayırması, insanüstü bir beceri gerektirirdi.” (Spıerenburg, 2010, s. 304.) Mezbahalar kapatılmasaydı ve bölge yoğun göç vermeseydi, orası herkesin birbirini tanıdığı bir bölge olsaydı böyle bir olaylar zincirinin yaşanma olasılığı oldukça düşüktü. Filmde olaylar bir şekilde kapitalizm ve modernite ile ilişkilidir. Hepsi birbirine bağlı ve birbirinin sonucudur.

The Texas Chainsaw Massacre (Hooper,1974) filmi sinema tarihini değiştirmiş yeni bir film türüne öncelik etmiştir. Özellikle 1980’lerde bir sürü slasher türü filmler çekilmiştir ve hepsinin de devam filmleri yapılmıştır. The Texas Chainsaw Massacre (Hooper,1974) ile katilin sonda yok olmaması ve son kurtulan kadın kurban gibi korku filmi klişelerini yaratmıştır. Böyle bir sonla bitmesi ise izleyende devam edeceği intibasını yaratıyor filmin. 

 

 

Kaynakça

Abisel, N. (2016). K. Sineması , Popüler Sinema ve Film Türleri (s. 138). Ankara: De Ki.

Cherry, B. (2014). Korku. İstanbul: Kolektif .

Gaskıll, M. (2016). Cadılık. Ankara: Dost.

Hodgkınson, W. (2019). Sapık filmindeki Duş Sahnesinin Sırları. Düşünbil, 27-28.

Karademir, C. Ö. (2019). Psycho:En iyi Dostum Annem. Düşünbil, 11-15.

Öztürk, S. (2000). Sinemada Kadın Olmak. İstanbul: Alan Yayıncılık.

Pasin, G. E. (2019). Psycho,İhlal ve Bölünme. Düşünbil, 30-33.

Philippe, A. O. (Yöneten). (2017). 78\52 [Sinema Filmi].

Sobchack, V. (2008). Fantastik Film. G. Nowell-Smith içinde, Dünya Sinema Tarihi (s. 362-371). İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Spıerenburg, P. (2010). Cinayetin Tarihi Ortaçağ'da Günümüze Avrupa'da Bireysel Şiddet. İstanbul: İletişim.

Truffaut, F. (2018). Hitchcock&Truffaut. İstanbul : Hayek Kitap.

Veysel Atayman, T. Ç. (2016). Popüler Sinema'nın mitolojisi. İstanbul: Ayrıntı yayınları.