Ruhumuzu sıkan şey, hapis kalmış kahkahaların özgürlük isyanıydı.
Hayatın ona atfettiği konforlu burjuvazi dünyasında sıkışmış ve kurtuluşu genç bir piyanistte bulmuş İrene'nin, gerçeklerin ortaya çıkma korkusunun hayatına nasıl etki ettiğini inceleyen sürükleyici bir kitap. Kitabın ilerleyen kısımlarında gerçeklerin ortaya çıkmasının, korku hissiyle yaşamaktan daha kötü olmadığını gözlemliyorsunuz. Belki de insanı asıl korkutan geleceğin belirsizliğiydi ve yine de belki bilmek en büyük özgürlüğüydü. Her gün uykudan ''acaba'' hissi ile uyanmak ve tekrar uyku vaktine kadar aynı korku hissiyle savaşmak, dünya üzerinde ki ölümüydü İrene'nin. Her kapı çalışında, her adım sesinde ve her seslenişte yakalanma korkusu doruklara ulaşıyordu. Artık gündelik hayatın tadını çıkaramıyor ve içindeki o mide bulandıran hissi söküp atmak istiyordu. Kitabın ilerleyen kısımlarında İrene'nin, mutluluğu bulduğunu sandığı aşktan yakalanma korkusu yüzünden ne kadar kolay vazgeçtiğini gözlemliyoruz. Buradan anlaşılıyor ki korku aşktan öncedir. Kişi kendi benliğinin menfaati doğrultusunda sever ve yine menfaati doğrultusunda vazgeçer. Şikayet ettiğimiz o durağan hayatlarımızın önemini, özgürlüğümüze vurulan zincirlerle fark etmemek dileğiyle...