Sarkıttı kendini boşluğa o gün kendinden emin ve çıktı ölüm denen amansız yolculuğa. Sonunu ve sonrasını düşünmeden yaptı bunu, bırakacağı enkaz dahi sarsmadı onu. Görevini layıkıyla yapan bir asker edasıyla teslim oldu ölüme ve yenildi onun kim olduğunu unutturan şanlı heybetine. Yüzünde ekstazi mutluluğu hakimdi o gün ve otuz iki dişini birden açarak sonsuz coşkusunu sonlu dünyasından taşırmaktaydı. Bütün acılarının sonlanacağını gören bir kişinin rahatlığı, yüzündeki sönmüş telaşı hangi esere layıkıyla resmedilebilirdi? Kasvetli bir acıma duygusu hakimdi o gün havada, başarısız intiharların kaçınılmaz paradigmasıdır bu ve ölüm yolcusunun artık son arzusu vardı, ciğerlerine saplanan kaburgasının acısıyla, hışırtılı boğazıyla, biraz da zorlanarak bir çığlık koparttı bütün insanlığa. Yarım kalan işini bitirmelerini istedi onlardan ama cesareti kırılmış vaziyette, ebedi düşmanının en büyük yoldaşı olarak bir kez olsun daha yaşamayı seçmek zorunda kalmıştı. Kimseyi bir şeytandan farksız olduğu dışında bir realiteye inandıramamıştı ömrünce. Var olup olmadığını bile bilmediği bir görünmez elin sonsuz kudretine sığınıp senelerce temize çıkmayı, affedilmeyi beklemişti, tanrı ise karşılık olarak ona kaldırabileceğinden daha fazla yük verdi. Bunun üstüne kâdiri mutlak tanrı ne isterse o olsun. Bağışlamak isterse bağışlasın, ateşlerde yakmak istiyorsa yaksın bedenini, ölünce ona şefkat yerine acımayla baksın, artık hiç umrunda değildi. O öyle zavallı ve kendini bilmezin tekiydi ki, ömrünce acı çekmekten zevk aldığını sandı ama aslında sadece yaşamaktan zevk alırdı, her bir zerresinden yaşam fışkırırdı.