Masada biri bitmiş, biri ise sıcaktan içilemeyecek hale gelmiş iki kutu bira.

Elimde filtresine kadar yanmış bir dal sigara.

Önümde küçük sarı bir ışık.

Seni arıyorum,

Kalkıyorum ayağa, dolaşıyorum etrafta ama ayağıma kırık kalbimin keskin parçaları batıyor, acıya dayanamayıp oturuyorum tekrar.

O küçük ışıkta, kulağımda hüzünlü parçalar çalmaktan ağlayan bir kulaklık, bekliyorum seni.

Nafile, yoksun yanımda, uğramıyorsun hiç buralara.

Sahi, soruyorum niye yoksun yanımda?

Tabii ya, benim yüzümden!

Bir mesaj bile atmaya çekiniyorken, nasıl isterim seni yanımda?

Sonra, kapanıyor gözlerim sönüyor ışık,

Gözlerimin göremediğini düşlerimde görmeye çalışıyorum,

Enteresandır, aklım hep sende,

ne zaman istese buluyor seni,

Yazık, bir de umutlu bir gün seni gerçekten yanımda göreceğine...


Ruhum, ah ruhum...

Yetmiş yaşında ölmeyi bekliyor,

Hayatta tutan tek şey onu,

aklımdaki küçük umut.

"Belki" diyor, "belki ben de görebilirim onun senin yanında olduğu zamanları."

Sonra dertleniyor kendi kendine,

küfür ediyor ara sıra bana. "

Neden beni bu kadar erken yaşlandırdın ki? bak senin gördüğün şeyleri ben göremeyeceğim" diyor,

E, haklı o da, hiç iyi bakmadım ona zamanında,

şimdi ise en ihtiyacım olduğu zamanda ölmeyi bekliyor garibim.

Korkuyorum da seni göremez benim yanımda diye,

Korkuyorum, bir gün sen geldiğinde ruhum çoktan göçüp gider de,

bedenim kalır yeryüzünde diye.

O zaman, nasıl bakarım senin yüzüne?

Nasıl bakarım sana duygusuz bir şekilde?

Sen yanımdayken nasıl söylerim o imkansız sözcükleri?

"Seni artık sevmiyorum, üzgünüm..."