Körlük - José Saramago


José Saramago'nun eşsiz eseri ile mutlaka karşılaşmışsınızdır. Sosyal medyada sürekli dile getirilen, güncel hayatımızı alıp kitap cümlelerine yansıtan yazarın efsane anlatışı…


Öncelikle söylemeliyim ki bir arkadaşımın doğum günü hediyesi olarak aldığı bu kitap belki aylarca kitaplığımı süsledi. Başlarda çok ilgimi çekmeyen, sırf onun her "Okudun mu?" sorusunda ayıp ediyor olma düşüncem ile başladığım ve yarım bıraktığım o kitap, meğer sayfaları ilerleyince çekiyormuş insanı girdabına. 



Körlük Kitabının Konusu


Körlüğün salgın bir hastalık gibi yayıldığı bir toplumda ahlaki değerlerin yerle bir oluşunu aktarıyor. Olay şöyle başlıyor: Bir araba hırsızı kırmızı ışıkta dururken yeşil ışık yandığında her yeri bembeyaz görüyor ve kör olduğunun farkına varıyor. Bulaşıcı olan bu körlük bir anda çok hızlı yayılmaya başlıyor. Ülkenin tüm gündemine bir anda hakim oluyor. Öncelikle bir doktor ve karısının bu körlüğe yakalanması sonucunda çarşı pazar biraz karışıyor. Çünkü kör olan doktorun karısı, ilginç bir şekilde bu vakaya yakalanmıyor. Fakat kocasının, alınan tedbirler karşısında savunmasız kalacağı korkusu ile onu yalnız bırakmak istemiyor. Ve "Kör oldum." yalanını söylüyor…


Bütün körleri karantina amaçlı ülkenin belli bir bölgesinde kurulan yere kapatıyorlar. Başlarda ülkede panik, korku ve önlem hakim. Fakat vakalar o kadar artıyor ve çözüm yolu tükeniyor ki günbegün herkes birer birer kör oluyor. İlk körler kapatıldıkları bu yerde hayat mücadelesi verirken insanoğlunun içinde yatan ahlaki değerlerin nasıl yok olduğunu bize, gören bir kadın anlatıyor.  



Körlük Kitabının Etkisi Uzun Süre Devam Ediyor… 


Yaşadığımız pandemi günlerini göz önüne aldığımızda hepimiz sanki kitabın bir karakteri oluyoruz. Yaşadığımız ya da yaşamaktan korktuğumuz o karantina sürecinin sonunda işler çığrından çıkarsa neler olabilir diye sorgulattı bana... Ya da hiç karantinaya bile girmemiş biri olarak çevremde olup bitenleri izlerken bana göre sadece benim gördüğüm insan ilişkilerini hatırlattı. 



Körlük Kitabının Okuduklarımıza Benzememesi… 


En başta belirtmeliydim belki de… Bu romanda bilinen bir yer, adı konulmuş bir karakter yok. Bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir kentinde ve ismi dahi olmayan insanlar var. Doktor, doktorun karısı, ilk kör, arabayı çalan kör vb. Bu durum bize şunu hissettiriyor: Herhangi biri, ben olabilir miyim? 


Ayrıca yazarın tüm eser boyunca nokta ve virgül dışında hiçbir noktalama işaretini kullanmaması, konuşmaların sıradanlaştırılması meğer benim başlamamı zorlaştırmış. Ama belirtmeliyim ki ilk 30 sayfa sonunda insan bu duruma da alışıyor. 



Ya Ben de Kör Olsaydım?


Körlük kitabı, körlük üzerinden toplumsal eleştiri yapıyor. Eleştiriler genelde daha çok sosyolojik boyutta. Bu durumda yaşadığımız toplumların, insan ilişkilerinin, hayatın getirdiği gerçekler sonucunda ortaya çıkan asıl yüzlerimizin içsel bir eleştirisi de kendi içimizde boy gösteriyor. 


José Saramago, 1998 yılında Nobel Ödül Töreni konuşmasında şunları söylüyor: 


"Kayaların yapısını incelemek için başka bir Mars'a gitmek, komşuya gitmekten daha kolay görünüyor. Kimse kendi görevini yerine getirmiyor. Hükûmetler de. Çünkü bilmiyorlar ya da yapamıyorlar veya istemiyorlar. Ya da dünyaya gerçekten hükmedenler onlara izin vermiyorlar. Dünyaya hükmeden bu çok uluslu ve çok kıtalı şirketlerin tartışmasız bir şekilde anti-demokratik olan güçleri, ideal demokrasiden geriye kalan her şeyi yok etti. Biz vatandaşlar da kendi görevlerimizi yerine getirmiyoruz." 


İşte sonra şu cümle kafamıza yerleşiyor: "Ya kör olsaydım değil de ya ben de körsem?" Bakabiliyor ama görmüyorsam ben de…