Küçücük, minicik, bir serçe parmağı kadar, yo yo daha da küçük, bir kum kadar hissettiğimde ve dünyanın büyüklüğü karşısında dehşete düştüğümde hatırlarım, bende kimsede olmayan bir sır var.


Tabii ağlarım, çok ağlarım, minicik küçücük ve sümüklü birisi olurum. Sanki dünyanın sonu gelmiş de bunu bir tek ben biliyormuşum gibi ağlarım. Yalnız ve çaresiz, pişman ve meraklı biri olmam gerekir eğer dünyanın sonunun geldiğini bilsem, bu yüzden öyle ağlamam aslında. En büyük korkum gerçekleşmiş, bana en acı verecek durumdaymış gibi ağlarım. Hiçbir işe yaramaz, ağlamak hiçbir şeyi düzeltmez, sadece bir yankıdır onu duyarım, dağların heybetini arkamda hissederim, yalnızlığımın kanıtıdır ama konuşsa beni duyacak biri vardır, o da yine benimdir.


Yalnızlığın en büyük düşmanım olduğuna eminim, yalından yalnızlığa, ne büyük değişim. Sonra yürürüm. Enine boyuna düşünürüm. Gidecek bir yer bulurum, belki bulamam. Düşünürüm, başka şeyler düşünürüm, yapacaklarımı düşünürüm, gülünç şeyler düşünürüm, kafamda bir şey kalmayana kadar her şeyi sündürüp biçimini bozana kadar düşünürüm. Yürürüm, eve geri dönerim. Ama yol boyu ne çektiğimi bir ben bilirim.


Hep böyle değildi bu, ben yalnız olmayacağıma inanırdım, her şeyin bir sonu vardır, hiçbir şey sonsuzdan gelmediği gibi sonsuza da gitmez. Fanidir, hisler de, insanlar da. Beşeridir ellerinden çıkanlar da.


Konuşurum, eee derim, nasılsın?

Başlar anlatmaya. Rüyamda ne gördüm biliyor musun? Kaçıyordum, çok katlı ve hiçbir yerin hiçbir yeri tutmadığı bir binada, her kapı birbirine açılır ve hiçbir kapı hiçbir kapıya açılmazdı. Kaçması hem kolay hem zordu. İnce merdivenlerden koşarak iniyor, kalın kapılardan yorularak giriyordum. Ağırdı kapılar, tokmaklarının sesi toktu. Sonra bir odada telefonumu düşürdüm, almam lazımdı, neden bilmiyorum, zaten rüyalarda nedenleri bilmezsin, neden kaçıyordum, neden o binadaydım, neden o odaya girmiştim, neden o insanlar beni kovalıyordu? Bilmiyordum. Telefonumu düşürdüm bir odaya, beni kovalayanlardan biri telefonumu aldı, telefonumu almakla kaçmak arasında kaldım.


Hangisini seçtin?

Uyandım.

En heyecanlı yerinde mi, tüh.

Tüh, sen ne gördün?

Domates gördüm, saksıda yetişmiş bir domates.

Ne demek acaba?

Bilmem, kavanoz yapmaktan bahsettim dün ondan herhalde.

Zamanı da geliyor.


Havadan sudan, haberlerden bahsedilir. Sonra ters istikamette ilerlersin, bir noktayı geçmişsin. Eve döndüm, bir bardak çay içtim, yemek yedim, uyudum. Rüyamda bir şeylerden kaçıyordum, bir odaya giriyordum, kırmızı koltuklar vardı, yerde gri renkte bir halı, hiç uymuş muydu, uymamıştı. Yere domatesimi düşürüyordum, beni kovalayan domatesi tutuyordu. Domates artık ezilmişti, güzel, olgun, taze domatesken bir anda o güzelim hali gitmişti. Ben de kaçtım, dönüp bakmadım. Uyandım.


Berbat bir sabahtı, soğuk su yoktu bu yüzden çok sinirlenmiştim. Ekmek arası peynir, zeytin yiyip uzandım. Yapacak hiçbir şey bulamadım. Kalktım, yıllardır hiç görüşmediğim bir arkadaşımla görüştüm. Hiç de sevmezdim. Konuştuk, neler yaptığını anlattı ve neden salak olduğunu sordu. Neden durmadan salaklık yaptığını sordu. Uzun zamandır görüşmemiştik, nerden bilebilirdim? Ben de estağfurullah dedim. Fakat gerçekten salaktı, eskiden de salaktı, herkes bilir huy çıkmaz. Tekrar görüşelim dedi, görüşelim dedim, hiç görüşmek istemiyorum şimdi. Hiç de sevmiyorum. Ama görüşelim dedim, ne yapacaksak görüşüp? Herkese anlattıklarımızı, herkesle konuştuklarımızı söylüyoruz, sonuca varamıyoruz, eve içim boş dönüyorum. Ne yapacaksak bu boşlukla, içine kuş yuvası mı yapacağız sanki, zaten hemen doldurmaya başlıyorum eve gidince. Ama anlamıyorum, bu boşluk nerede? Karnımda mı, başımda mı, ruhumda mı?


Göbek merkez demekmiş, ben de neden her şeye göbek dediğimizi düşünüyordum. İnsanın göbeği, yoldaki göbek, karpuzun göbeği, hepsi yuvarlak. En sevdiğim şekil yuvarlaktır. Merkez her yere eşit uzaklıktadır. Neden her şeye aynı bakmaya çalışırız? Neden isimleri farklı değil, neden hep benzerlik ararız, neden hep aynı şeyleri görmek isteriz, alışkanlıklarımızı ve rutinimizi neden çok severiz? Güvenliğim için kapıyı kilitlediğimi hep kontrol ediyorum, hep de kilitlemiş oluyorum. Dönüp duruyorum.


Aradığım şeyi bulamıyorum, yani biliyorum, aklımda bir yerlerde ama bir türlü dilimin ucuna gelmiyor. Nasıl gelmez, yolu mu kaybetti, yoksa daha ben yolu inşa edemedim mi? Patikalardan gelmeli bir yol yoksa ta dilimin ucuna ve ben söylemeliyim. Tam ortada, silüetini seçebilirim. Onu görmeden hissedebilirim. Öyleyse neden gözlerimi kapattığımda belirmez, nasıl bileceğim ben şimdi gerçeği? Ay, yıldızlar ve dünya; sakladım onları avuçlarıma. Geçen sabah kapıma gelen iradem ve tutkularım evreni ve sonsuzluğun karanlığını çiğnedi, ne geriye evren kaldı ne de sonsuzluğun karanlığı; ne yalnız ve çaresiz ne pişman ve meraklıyım şimdi, endişe ve dehşet beni ele geçirdi. Her şey tersine döndü ve evren küçülüyor köşe bucak, dünya küçücük kalacak ve ben bir kumu anımsayacağım. Bu sırla şimdi ne yapacağım?