Sinemayı yakından takip etmeye çalıştığım için birkaç dijital platformda aboneliğim var. Ancak son dönemde Netflix aboneliğimi ‘vasat içerikler’ nedeniyle iptal ettirmeyi düşünüyordum. Elbette abone edinme ve izlenme kaygısıyla çerez tadında sipariş filmler veya diziler yayınlanabilir ancak sanat arayan insanlar için iyi bir alternatif sunamıyor Netflix. Fakat 2024 yılı gerçekten Netflix adına dolu geçiyor ve eskiye nispeten daha izlenebilir yapımlar ortaya çıkıyor. Ripley ise bu yapımlar arasında bir amiral gemisi. Bir anda çıtayı arşa taşıyan, diğerleriyle rekabet ortamı bile oluşturmayan, direkt olarak zirveye oynayan muazzam bir başyapıt. Henüz 10 gündür hayatımıza girmesine rağmen kült olmayı başardı.


Ripley, 8 bölümlük siyah beyaz, noir bir mini dizi olarak karşımıza çıkıyor. Patricia Highsmith’in 5 kitaplık ‘’Yetenekli Bay Ripley’’ serisinden uyarlama olan bu eşsiz başyapıt, Ripley’i canlandıran Andrew Scott ile birlikte izleyenleri fazlasıyla tatmin ediyor. Yönetmen koltuğunda ise dokunduğunu güzelleştiren, dünyanın en iyi senaristlerinden Steven Zaillian var. Hem yazmış hem yönetmiş. Büyük oynamış ve kazanmış. Senaristlikte olduğu gibi yönetmenlikte de adından sıkça söz ettirecek ilerleyen zamanlarda.


Konusu


Tom Ripley, New York’ta maddi imkansızlıklar içerisinde yaşayan, Amerikalı, kendi çapında küçük bir dolandırıcıdır. Sahte evrak düzenleme konusunda oldukça profesyoneldir. Artık parasızlık çekilmez bir noktaya geldiğinde, oğlu İtalya’ya giden ve buradan dönmeyen bir adamın ona iş vermesiyle yeniden doğmuş gibi olur. Adam Ripley’den, oğlunu ikna edip İtalya’dan Amerika’ya dönmesini sağlamasını ister.


Ripley, İtalya’da adamın oğlu Richard Greenleaf ve sevgilisi Marge’ı bulur ve onlarla samimi bir dil kullanarak arkadaş olur. İşi Richard’ı ikna etmek iken, bir süre sonra hırslarının verdiği etkiyle gördüğü her şeyi yavaş yavaş ele geçirmeye çalışan, düzeni elinde tutmak isteyen, kendini Richard’ın yerine koymaya çalışan soğukkanlı bir katile dönüşür. Ripley’in amacı, gerçek anlamda bir şeyi çalıp hırsızlık yapmak değildir. Onun temel motivasyonu Richard’ın sahip olduğu hayata sahip olmaktır. Dolaylı yollardan hırsızdır çünkü bir süre sonra Richard’ın hayatını çalar.


Genel Eleştiri


Öncelikle yönetmen Zaillian’ın hakkını fazlasıyla vermek gerekiyor. İyi bir senarist olduğu zaten dünya genelinde kabul görüyordu. Onu bir de yönetmenlik koltuğunda görmek herkesi şaşırttı bence. Kimse ondan bu muazzam performansı beklemiyordu. Beklenti de iyiydi fakat malzemeyi görünce hepimiz şoka uğradık. Uyarlama dizi olarak kiminle rekabet edebileceğini bilemiyorum.


Ripley’in daha önce Hollywood tarzı bir sinema filmi çekilmiş. O filmde daha renkli öğeler ve karakterler varken, Ripley de mutlu ve güleç bir karakter olarak dikkat çekiyor. Zaillian’ın yorumu da burada önem kazanıyor. Sevgili yönetmenimiz Ripley’i kaygıları ve hırsları olan, yer edinmek ve tutunmak isteyen; tüm bunlara rağmen inanılmaz biçimde de soğukkanlı biri olarak yorumlamış. Aslına bakarsak Zaillian’ın yorumu Ripley’i daha iyi yansıtıyor. Tüm fark da öncelikle burada başlıyor. Aynı zamanda karaktere mistik bir hava vererek felsefi bir derinlik de eklemiş oluyor.


Tüm bunların dışında kamera ile şiir nasıl yazılırı bizlere muazzam bir şekilde aktarıyor. Kamera daha nasıl iyi kullanılabilir, siyah beyaz bir kadraj olmasına rağmen nasıl bu kadar canlı bir yapım ortaya konabilir, bir kadraj ile nasıl birden fazla sanat dalını aynı anda işleyebilir bir yönetmen? İşte Zaillian bunu müthiş bir şekilde başarmış. Ripley karakterine yüklediği sofistike ve karanlık yorumdan bağımsız olarak, kamera kadrajına genellikle mekanları ve görsel öğeleri yerleştirmiş. Ripley karakteri ile mekan ve görsellerin uyumu da burada dikkat çekiyor. Ripley, her kaçışında aslında kendi karakterine uygun mekanları tercih ediyor. Bu da kendi planlarının işlerliğinde kendisine hem avantaj hem de özgüven kazandırıyor. Savaşta bile bulunduğunuz coğrafya ve konum çok önemlidir. Ana karakterimiz bu durumu iyi değerlendiriyor ve yönetmen de ana karakterin zihinsel yapısıyla mekan ve görsel öğeleri muazzam bir uyumla izleyiciye sunuyor. Bunu yaparken de biçimci bir üslupla yaklaşmıyor sahnelere. Ne kadar doğal bir göze sahip olduğunu elbette izleyince göreceksiniz. Kamera kadrajından doğal portreler ortaya çıkarıyor. Peki izleyici bu sabit ve tasarruflu kamera kullanımından dolayı neden sıkılmıyor? Çünkü mekanları ve olayları sürekli dinamik tutmayı başarıyor.


Resim sanatı, filmde karşımıza sık sık çıkan unsurlardan biri. Richard bir ressam. Ripley de başlangıçta resimden anlamayan biri gibi görünse de sonrasında İtalya’nın ünlü ressamlarından Caravaggio’yu araştırmaya başlıyor. Dizide de zaman zaman geçmişe doğru, yani Caravaggio’nun yaşadığı döneme gidiş gelişler mevcut. Bu sanatsal detaylar diziyi daha izlenesi bir hale sokarken, Ripley karakterine nasıl yaklaşacağımızı da sorgulatıyor. Yönetmen iyilik ve kötülük çatışmasını sağlam temellere oturtarak aktarırken, Ripley’den ne yaratmaya çalıştığını da açık açık belirtmiyor. O kısmı izleyiciye bırakıyor. Bu duygusuz, renksiz, samimiyetsiz adam acaba alt edilmesi gereken soğukkanlı bir katil mi, yoksa zeki ve kurnaz bir kahraman mı? Öyle anlar geliyor ki, Ripley’den iğreniyorsunuz. Ancak bazı anlarda da Ripley’in paçayı kurtarmasını o kadar çok istiyorsunuz ki sanki saf iyilikle dolu bir karakter… Bir yönetmenin en büyük başarısı da karakter konusunda seyirciyi ikilemde bırakmasıdır bence.


Resim sanatı dizinin önemli bir bölümünü kapsıyor dedik. Öyle ki İtalyan ressam Caravaggio’ya ciddi göndermeler yapılmaktadır. Dizinin tüm bilmecesi de ilk sahnelerden birinde Richard’ın Ripley’e hikayesini anlattığı Caravaggio’nun ‘Davut Goltay’ın Kafası İle’ isimli tabloyla çözülüyor. Bu tabloda genç bir adam, yaşlı bir adamı öldürmüştür ve kestiği kafasını da elinde tutmaktadır. Resmin ilginç yanı ise cinayeti işleyen genç adamın yüzü, resmi çizen Caravaggio’nun yüzüdür. Aynı zamanda elinde tuttuğu kesik başın yüzü de Caravaggio’dur. Yani resimde hem ölen hem de öldüren aynı kişidir. Richard aslında bu ilginç ve harika tablo ile Ripley’e kendi hayatını teslim etmiştir. Dizinin tüm hikayesi de bu tema üzerinde ilerlemektedir. Başlangıçta Caravaggio ile başlayan göndermeler, sonrasında yer yer Picasso’ya da dönüşüyor. Aslında burada yönetmen, ana karakterin benliğinde olayların akışıyla yaşanan değişimleri, bu ressamlar üzerinden bizlere yansıtıyor. Bunu yaparken de oldukça alegorik ve sembolik bir üslup ortaya koyarak, sanatsever izleyicisini baştan aşağı mest ediyor. Kısaca, cinayeti ve dolandırıcılığı bir şiir kıvamında bizlere aktarıyor.


Olumsuz olarak gördüğüm detayları aktaracak olursam, yavanlık ve ritim bozukluğu olabilir. Dizi genel anlamda durağan ilerliyor. Sonuçta işin ucunda bir cinayet varsa ve dizi de karanlık bir psikolojik ve gerilim barındıran polisiye konusu işliyorsa insan biraz da hareket arıyor. Burada yönetmen deneysel sinemanın bazı unsurlarına bağlı kalarak böyle bir karar almış gibi duruyor. Yani oldukça esnek ve geniş bir zaman tanıyor hikayesine. Kamerasına, mekan seçimlerine, müziklerine ve ses tasarımlarına güveniyor. Bu açıdan dizide bir ahenk olsa da ritim konusunda eksikliği var diyebiliriz. Benim hoşuma gitti. Bence yönetmen de bunu bilinçli yapıyor. Hikayeleri sonucuna hemen vardırmadan, oldukça fazla detay barındıran unsurları işleyerek perspektifi geniş tutuyor. Ancak genel anlamda bir eksiklik olarak göze çarpıyor.


Bazı yazarlar tarafından senaryosu olumsuz manada eleştirilmiş olsa da, çok fazla detay barındırmasına rağmen, gerek Ripley’in yorumlanması gerekse olay akışlarının iyi işlenmesi açısından çok başarılı bir senaryo tasarımı bulduğumu söylemek istiyorum. Zaillian her şeyden önce dünyanın en iyi senaristlerinden. Bu kötü senaryo çıkarmayacağı anlamına gelmiyor ama Ripley gerçekten iyi yazılmış bir senaryoya sahip. Bazı sekanslar arası geçişlerde izleyiciye zor anlar yaşatmıyor değil. Ancak izleyiciyi başka nasıl dinamik tutabilirsiniz ki? İzleyici iyi bir hatırlayıcı da olmalıdır. Zaten Ripley güçlü bir izleyici kitlesine hitap ediyor. Daha entelektüel, hayatı daha geniş çerçevede yorumlayabilen izleyici kitlesi için ortaya çıkmış bir başyapıt bence. Çok canlı bir başkarakter yaratmayı hedefleyen yönetmen, dizinin dokusuyla başkarakteri gerçekten çok uyumlu bir şekilde işliyor. Yani dizinin temel dokusu ve dinamikleri aslında başkarakterin karakteristik özellikleriyle birebir aynı. Bunu da her senarist yazamaz, her yönetmen çekemez. Dizi sektörüne yeni bir soluk ve anlayış getiren Ripley’i ben anca ayakta alkışlıyorum.


Diziyi kısa bir cümleyle özetlemem gerekirse; ‘’Yoruldukça yüklen, yüklendikçe in. Başka bir kuyudur zirve dediğin.’’