Üniversite yıllarımda, Mıheme abinin işlettiği bir kahvehane vardı. Aslında tam bir kahvehane de değildi. On metrekarelik bir yer, ikisi içerde ikisi kapı önünde dört masası olan çay ocağından hallice bir mekân. İşte buraya giderdik biz. Çünkü politik gençlerdik ve burası da şehirdeki tek politik kahvehaneydi. Sakallı ve bıyıklıydık, devrimin bütün yükü omuzlarımızdaydı. Her daim hazır kıtaydık. "Eylem var, miting, basın açıklaması, bildiri dağıtımı var" dediler mi, koşardık. Öylesine koşardık ki, çoğu zaman, dağıttığımız bildiriyi kendimiz bile okuma fırsatını bulamamış olurduk. 


Şimdi aynı yerdeyim ve aynı masada. Aradan yirmi beş yıl geçmiş. Mıheme abi aynı, hiç değişmemiş sanki. Belki kahvehane işletmeciliğine özgü bir yaşlanmama sendromudur. Belki de allah, kırk beş ve atmış beş yaş aralığını ikinci bir gençlik olarak bahşediyordur da yaşlanmaya dair yapacaklarını bu yaştan sonraya bırakıyordur. Başımı kaldırıp, 'bizim' dediğimiz siyasi partilerin tabelalarına bakıyorum. Aklıma bir filmden bir replik geliyor; "herkes devrim yapmak istiyordu ama köy çocuklarına kalem gönderme işiyle kimse uğraşmak istemiyordu..." Böyle miydi gerçekten diye düşünüyorum. Bir köy okuluna ya da yaşadığımız şehirdeki bir okula, kitap bağışladık mı ya da hiç böyle bir gündemimiz oldu mu acaba? Hiç hatırlamıyorum. Hepimiz, büyük işlerin peşinden koşup da işte tüm bu büyük şeyleri yaratacak küçük şeylerden kaçıyor muyduk? Belki hiç farkında bile değildik. Köy çocuklarına kitap göndermek, mahalle bakkalından alış veriş yapmak gibi romantik ve boş bir hayal miydi yoksa büyük yolları da yaratan taş parçaları mı?


Karşımda bir öğrencim duruyor şimdi. Elinde bir deste kâğıt var ve falıma bakmak niyetinde. Üçerli kağıtlar açıyor yere ve aklımdan, bir isim düşünmemi istiyor. Aklımda köy çocuklarının kalemleri var. Unutmayayım diye onlardan biriyle, ismini yazıyorum zihnimin kuytu bir köşesine. Kaan Arslanoğlu diye bir yazar vardı. Onun, Devrimciler isimli romanındaki sorgulamaları geliyor aklıma. Bedri'ydi ismi devrimcinin. Onun sorgulamaları zihnimde çınlıyor şimdi. Ve yine Bedri'nin, tek bir satırda verilen ölüm haberi. Sayfalarca ismi geçmiyordu onun ve bir anda "işte bunun için öldü Bedri" diyordu bir karakter. Apışıp kalıyordu insan. Nasıl olur da ölür Bedri? Kahraman o değil miydi? Ve yavaşça anlıyordu insan; hayat işte böyledir. Kahramanlara yer yoktur. Belki de esas kahramanlık, köy çocuklarına kalem göndermektir. "Onunla siz, çok yakın zamanda kavga edeceksiniz ve ayrılacaksınız. Sonra aranızda bir para mevzusu geçecek ama ailenizden biri bu sorunu çözecek..." Öğrencim, falı bitirmiş. Kendi ismini tuttuğumu söylesem... Aramızda nasıl bir kavga olacak ki? Sınav sonucu falan? Belki para mevzusu dediği de az sonra ödeyeceğim çaylardır. Eh, bunun için de abimden destek alırım artık, ne yapalım... 


"Kalkalım mı" diyorum ya da demiyorum da ben toparlanınca öğrencim de anlayıp davranıyor yavaştan. Mıheme abi çay parası almıyor. Devrimciliği mi tuttu ne? Yolda öğrencim, çantasını açıp iskambil destesini gösteriyor. Çaldın mı yoksa diye telaş yapacağımı anlıyor ve "kahvehaneci abi verdi" diyor. Biraz yürüyünce, "var olasın Mıheme abi; şu küçük dünyamıza küçük bir güzellik kattın" diyorum içimden. Biraz daha ilerleyince, bunun hiç de küçük bir güzellik olmadığını anlıyorum.



Umut Ulaş Çelik 

12 Ağustos 2023

Gültepe