Yağmur hiç durmamıştı. Son zamanların en kurak kışı, tüm yağmuru tek gecede dökmek için benim yola çıkacağım zamanı beklemiş demek. Otobüsün en arka, en köşe, sol arka tekerinin üzerindeki en konforsuz koltuğundayım. Yılan gibi kıvrılan yol bitmek bilmiyor. İçerisi kapkaranlık, yol kapkaranlık, hiçbir şey göremeden sıkıntılar içinde gidiyoruz.

Ara ara aklım bavuluma gidiyor. İşe yarar her şeyimin bir bavula sığması ne garip, bir bavulluk yer kaplıyormuşum dünyada. Muavin onu öyle dengesiz bir açıyla koymuştu ki belki de patladı diye kendi kendimi bir de bu yüzden geriyordum. İçim sıkılıyordu, sanki sıkıntıdan bir top doğuracağım. Bambaşka bir şehre, yabancı bir kültüre gitmek, demek ki sadece yola çıkanın anlayacağı bir şeymiş. Yola koyulmadan evvel böyle tedirgin, serçe kuşu gibi olacağımı tahayyül edemezdim. Öyle bir özgüvensizlik, sakillik var ki içimde… Sanki dünyaya yeni gelmişim.

Daha önce yaşadığım şehirden ayrılmamıştım hiç. Evden okula, okuldan eve. Bir yandan annemi, kardeşimi bir başlarına da bırakmamıştım daha önce. Tek başına ders çalışması gerecek şimdi haylazın. Gözlerim hafif hafif yanmaya başlayınca, başka şeyler düşünmeye çalışıp kardeşimle annemi kovaladım aklımdan.

İçimin sıkıntısı sanki bir şekle, cisme büründü, kalbimle midemi avucuna almış sıkıyordu. Otobüsün o en arka koltuğunda, karanlığın içine kusacağım şimdi. O an o koltukta, dünyadaki en yalnız insan olduğumu zannediyorum. Sanki daha doğmamışım, kapkaranlık ana rahmindeyim. Hiçbir şey bilmiyorum hayata dair. Sonra biraz kızıyorum kendime. İnsanlar neler başarıyor, neler yapıyor. Savaşlara giriyor senin yaşında, diyorum. Ama içime söz geçiremiyorum. Sıkıntı, tıpkı gecenin bu karanlığı gibi üzerime çöküvermiş.

Bütün bir gece süren yolculuktan sonra, otobüs yavaşlayarak dar toprak yola doğru saptı. Yağmur neredeyse dinmişti. Hiç uyumadığımdan gözlerim acıyor. Hava yeni yeni gecenin sabahı kucaklamaya başladığı o buz mavisi haline bürünmüştü. Geniş ovalar, ağıllar, tarlalar ve yer evlerini geçerken; tek katlı, geniş bahçeli, kerpiç yapıya heyecanla baktım. “Aa,” diye mırıldandım kendi kendime. Atatürk büstüyle göz göze gelince, işte o an, içimin tüm sıkıntısı gidiverdi. Çocuk gibi gözlerim doldu. Burasıydı. Öğretmenlik yapacağım okul burasıydı. Kuş cıvıltıları sanki gelişimi karşılıyordu, kendi kendime gülümsedim. Derme çatma sokaklar, kavak ağaçları, otobüs, içim; hep beraber bir anda aydınlanıverdik.