Şükrü Erbaş'ın aynı adlı şiirinden;


Oktay Muhtar sabahın erken saatinde köy meydanındaki kahveye doğru ağır adımlarla ilerliyordu. Her zamanki gibi başı dik, elindeki bastonuyla yere hafifçe vuruyordu.

Kahvede oturan köylüler, onun gelişini görünce susup birbirlerine göz kırptılar. Bu sabahın konusu yine su meselesiydi, ama Oktay Muhtar'la konuşmak her zaman cesaret isterdi. Ahmet Ağa ise sessizce bir köşede oturmuş çayını karıştırıyordu.

Oktay: "Hadi bakalım, Ahmet Ağa, ne diye böyle surat asıyorsun? Yoksa yine suyu bahane edip ağlaşmaya mı başladınız?"

Ahmet: "Muhtar, senin insafına kalmış bir köy olduk. Bizim tarlalara su gelmez oldu. Ama senin tarlaların maşallah göl olmuş."

Oktay: "Ahmet Ağa, herkes nasibini alır. Benim tarlamın nasibi büyük, seninkinin ki küçük. Su da bunu bilir. Hahaha!"

Kahvede oturanlardan Mehmet dayanamayıp söze girdi:

Mehmet: "Muhtar, bu su işinde bir adalet olsa, köyün bereketi artar. Hacer'in bostanı bile kurumuş!"

Hacer: "Doğru diyorsun Mehmet! Kabaklarımız koca yaz susuz kaldı. Oktay Muhtar'ın karnabaharlarıysa gıpta ettiriyor."

Oktay: "E siz de benim gibi düşünceli olun. Su nasıl yönlendirilir öğrenin. Ahmet Ağa, sen bana gelirsen suyun yolunu öğretirim!"

Ahmet: "Muhtar, yolunu öğrenmekle olacak iş değil bu. Su herkesin hakkı. Sen suyu kendi tarlana yönlendirmekle köyün hakkını gasp ediyorsun."

Oktay: "Ahmet Ağa, senin bu felsefe kitaplarından konuşmalarına alıştık. Ama şu var ki... Hahaha! Kimi ağlar, kimi güler! Ben gülmeyi seçtim!"

Bu sırada Ayşe kahveye girdi, elinde boş bir bidon:

Ayşe: "Muhtar, kuyudan su çektik ama bizim mahalleye yeter mi bilmiyorum. Çamaşır yıkamamız lazım."

Oktay: "Ayşe, sen merak etme. Birkaç gün daha idare et. Belki sizin tarafa da su veririz. Tabii herkes gibi kuyruğa girersen."

Ayşe: "Kuyruk mu? Suyu verirken kuyruğa sokuyorsun ama kendi tarlan için kuyruğa girmezsin, değil mi?"

Kahvede bir kahkaha koptu. Oktay Muhtar kızardı, ama çaktırmamaya çalıştı:

Oktay: "Hadi hadi, lafla peynir gemisi yürümez. Şimdi gidip işleri yoluna koyayım. Beni fazla oyalamayın."

Ahmet: "Oktay Muhtar, gün gelecek bu köy senin içgüzarlığını unutmayacak. İnsanlara adaletle yaklaşmanın önemini anlayacaksın."

Oktay, bastonunu yere vurup kahveden çıktı. Arkasından Mehmet bir kez daha konuştu:

Mehmet: "Ahmet Ağa, ne yapacağız bu muhtarla? Köyde herkes perişan."

Ahmet: "Mehmet, biz sabır edeceğiz. Ama elbet bir gün suyun adaletini göstereceğiz. Köylü, taş olsa da bir gün çatlar. O gün, suyun gerçek sahibine döneceği gündür."

Hacer: "O gün gelsin de bizim kabaklar yine bostanı doldursun!"

Ayşe: "Ve çamaşırlarımız tertemiz koksun!"

Köylüler gülüşerek dağıldılar. Ama su meselesi, Oktay Muhtar'ın ağırlığı ve Ahmet Ağa'nın sabrı arasında hala çözülmemiş bir düğüm olarak kalmaya devam ediyordu.


"Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır

Değişen bir dünyaya karşı

Kerpiç duvarlar gibi katı

Çakır dikenleri gibi susuz

Kayıtsızca direnerek yaşarlar.

Aptal, kaba ve kurnazdırlar.

İnanarak ve kolayca yalan söylerler."