Şükrü Erbaş'ın aynı adlı şiirinden.

Uzman, köydeki bozuk su düzenini incelemek bahanesiyle birkaç gündür köyde dolaşıyordu. İyi giyimli ama sade görünen haliyle köylülerin güvenini kazanmıştı. Kahvede oturanlar, onun her dediğini dikkatle dinliyordu. Ancak asıl amacı köylülerin değil, kendi cebinin ve Oktay Muhtar’ın işine yarayacak bir plan yapmaktı.

Bir akşamüstü, Ayşe elinde boş bidonuyla kuyudan dönerken uzman karşısına çıktı. Üzerinde eski püskü bir gömlek vardı; oysa sabah kahvede yeni bir takım elbise giymişti. Ayşe'yi görünce yüzüne sıcak bir gülümseme yerleştirdi.

Uzman: "Ayşe hanım, sizin gibi güzel birinin bu kadar zahmete katlanması yazık doğrusu. O bidonu taşımak size yakışmıyor."

Ayşe: "Ne yapalım beyim, bizim mahallede su hep az. Çamaşır yıkayabilmek için sabırla bekliyoruz."

Uzman, başını sallayarak derin bir nefes aldı. Ayşe'nin yorgun yüzüne anlayışlı gözlerle baktı.

Uzman: "Sizin mahallenin su sorunu gerçekten üzücü. Ama çözülemeyecek bir mesele değil. Eğer doğru insanlara güvenirseniz, birkaç gün içinde suyunuz tarlalarınıza da, evlerinize de akar."

Ayşe umutla başını kaldırdı.

Ayşe: "Sahi mi söylüyorsunuz? Nasıl olacak bu iş?"

Uzman, yaklaşarak Ayşe'ye alçak bir sesle konuşmaya başladı.

Uzman: "Bak Ayşe, senin gibi dürüst ve temiz insanları üzmek bana yakışmaz. Oktay Muhtar’la konuştum, biraz destek çıkarsa köyün suyu daha adil dağılabilir. Ama asıl önemli olan, senin gibi birine hak ettiği değeri göstermek."

Ayşe'nin yanakları kızardı. Uzman’ın nazik ve güven dolu tavırları kafasını karıştırmıştı.

Ayşe: "Peki, ne yapmamız lazım? Suyu getirebilirseniz, köyde herkes size dua eder."

Uzman hafif bir kahkaha attı, sonra ciddi bir ifadeyle konuştu.

Uzman: "Dua önemli, ama gerçek işler para ve biraz anlayış ister. Eğer benimle biraz vakit geçirirsen, sana her şeyi daha iyi anlatırım. Seni böyle yük taşırken görmek istemem, Ayşe."

Ayşe’nin gözleri doldu. Uzmanın söylediklerine inanmak istiyordu ama içinde bir huzursuzluk vardı.

Ayşe: "Ben sadece köydeki su meselesi çözülsün isterim. Kimsenin hakkı yenmesin."

Uzman, elini Ayşe'nin omzuna koydu ve yavaşça başını eğerek konuştu.

Uzman: "Sen benimle olursan, herkesin hakkı yerini bulur. Ama unutma, büyük işleri anlamak, büyük insanlara güvenmeyi gerektirir."

Bu sözlerle Ayşe’nin zihnini bulandırmayı başarmıştı. Uzman, planını adım adım işlerken, Ayşe'yi de ustalıkla kendi çıkarlarının bir parçası haline getiriyordu.


Ayşe, evde oturmuş eski bir mendili avuçlarında sıkarak düşünüyordu. Uzmanın söyledikleri hala aklındaydı. Gözlerini kapattığında, onun sıcak sesi ve güven verici bakışları zihninde beliriyordu. Ama içindeki huzursuzluk da giderek büyüyordu.

Annesi Hacer, odanın köşesinden konuşmaya başladı:

Hacer: "Kızım, ne bu halin? Kuyudan döndüğünden beri dalgınsın. Yoksa Oktay Muhtar yine bir şey mi dedi?"

Ayşe, annesine bakmadan cevap verdi:

Ayşe: "Yok ana, öyle bir şey değil. Sadece... Köyün su meselesi hakkında konuşuluyor ya, onu düşünüyorum."

Hacer, Ayşe’nin yanına gelip oturdu. Onun omzuna dokundu ve dikkatle yüzüne baktı.

Hacer: "Düşünceli olmak iyi de, dikkat et kızım. Bu köyde herkesin ağzı torba değil, büzesin. Bir şey yaparsan hemen konuşulur."

Ayşe, annesinin sözlerinin ağırlığını hissetti. Köyde her şeyin hızla yayılacağını biliyordu. Ama içinde bir ses, uzmanı bir kez daha dinlemesi gerektiğini söylüyordu. Belki gerçekten köy için bir şeyler yapabilirdi. Ama ya onun niyeti düşündüğü kadar temiz değilse?



Ertesi gün kahvede köylüler toplanmış, muhtar ve uzmanın konuşmalarını tartışıyordu. Ahmet Ağa, masanın köşesinde oturmuş sessizce onları dinliyordu. Mehmet, sabırsızca konuşmaya başladı:

Mehmet: "Bu gelen uzman neyin nesi, kimdir, necidir? Köye su getireceğim diyor ama hiçbir şey yaptığı yok."

Hacer’in sesi kahveye kadar ulaştı. Kapının önünde durarak içeri seslendi:

Hacer: "Kızımın adını kimse ağzına almasın! O ne yaptıysa köy için yaptı. Ama bu uzman dediğiniz adamın kim olduğunu iyi bilin!"

Ahmet Ağa başını salladı ve derin bir nefes alarak konuştu:

Ahmet: "Köyün hakkını savunmak için birlik olmamız lazım. Yoksa Muhtar ve onun getirdiği adam bizi daha çok oyalayacak."

Kahve sessizleşti. Köylülerin aklında sorular dolaşıyordu. Ayşe’nin içine düştüğü durum, uzmanın planlarının köyü nasıl etkileyeceği ve bu olayların nereye varacağı herkesin zihnini meşgul ediyordu.



öy, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyordu. Tozlu yolların kenarında yer yer çatlamış bostanlar, tarlalar arasındaki eski hendekler ve köy meydanında hâlâ asılı kalan serin sabah havası vardı. Kahvenin önündeki ceviz ağacının gölgesi, toprağın üzerinde ağır bir battaniye gibi yayılıyordu.

Ahmet Ağa, tarlasının başında durmuş, kırışık ellerini arkada kavuşturmuştu. Uzaktan, uzmanın muhtarla konuştuğunu görebiliyordu. Sigaralarını yakmış, bir şeyler mırıldanıyorlardı. Ahmet Ağa'nın gözleri kısıldı. İçinde kötü bir his belirmişti.

Ahmet Ağa (kendi kendine): "Bu adamda bir iş var. Giyimi kuşamı bir değil, konuşmaları başka bir değil... Hele o bakışları... Su getireceğim diye köyün aklıyla mı oynuyor?"

Biraz sonra uzman, muhtardan ayrılıp köyün kenarındaki su kuyusuna doğru yürümeye başladı. Ayşe de oradaydı, elinde yine o eski bidon. Ahmet Ağa, hemen ceviz ağacının altındaki taş bankta oturan Mehmet’e seslendi.

Ahmet: "Mehmet! Kalk hele, şu uzmanın peşine düşelim. Bu işte bir bit yeniği var."

Mehmet, şaşkın bir şekilde başını kaldırdı ama Ahmet Ağa’nın yüzündeki ciddiyeti görünce itiraz etmedi. İkisi birlikte, yavaşça uzmanın arkasından yürümeye başladılar.



Kuyu başı sessizdi. Ayşe, bidonunu doldururken uzman yine o yapmacık gülümsemesiyle konuşmaya başladı:

Uzman: "Ayşe hanım, su meselesini çözmek için sizin yardımınız önemli. Eğer doğru zamanda doğru yerde olursanız, köyde herkes size minnettar kalır."

Ayşe: "Beyim, söylediklerinizi anlamıyorum. Suyu getirmek için benim ne yapmam lazım?"

Uzman: "Bana güvenmeniz lazım. Bazı şeyleri köylünün bilmesine gerek yok. Su, güçlülerin elinde doğru yönlendirilir. Sen de bu gücün bir parçası olabilirsin."

Ayşe, tereddütle ona baktı. Uzman ise sahte bir samimiyetle elini uzattı.



hmet ve Mehmet, kuyu başına yaklaştıklarında uzmanın sözlerini net bir şekilde duymaya başladılar. Ahmet, bir çalı arkasına eğildi ve Mehmet’e sessizce işaret etti.

Uzman: "Bak Ayşe, bu işin sonunda hem köy rahat edecek hem de sen. Ama bunun için bana yakın olman gerekiyor."

Ahmet Ağa’nın yüzü asıldı. Mehmet’e doğru eğildi ve alçak sesle konuştu:

Ahmet: "Bu adam, Ayşe’yi kandırıyor! Muhtar da onunla işbirliği yapıyor. Su getireceğiz bahanesiyle köyü soyacak bunlar."

Mehmet, dişlerini sıkarak cevap verdi:

Mehmet: "Ahmet Ağa, hemen gidip köylüyü uyandıralım. Bu böyle gitmez."

Ahmet: "Dur hele, her şeyin zamanı var. Önce elimizde delil olsun. Köylüyü boşuna telaşa sokmayalım."


O gün akşamüstü, Ahmet Ağa köy meydanında toplanan birkaç kişiye olan biteni anlattı. Ceviz ağacının altına toplanmış, herkes şaşkınlıkla onu dinliyordu.

Hacer: "Bu ne demek oluyor Ahmet Ağa? Ayşe’mizi mi kullanıyor bu adam?"

Ahmet: "Hacer bacı, bu adamın amacı ne su getirmek ne de köyü düşünmek. Muhtar’la işbirliği yapmış, parayı cebe indirecekler."

Mehmet: "Ama bu köy böyle susuz kalamaz. Bir şey yapmamız lazım!"

Ahmet, ağır adımlarla kahveye doğru yürüdü ve sert bir şekilde bastonunu yere vurdu.

Ahmet: "Oktay Muhtar! Çık dışarı! Köyde ne haltlar döndüğünü hepimiz öğrendik. Artık bunun hesabını vereceksin!"


Aptal, kaba ve kurnazdırlar.

İnanarak ve kolayca yalan söylerler.

Paraları olsa da

Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.