2. Bölüm

Değişimin Postal Sesleri

Aisa


Aisa, toplumun sayıca en üstün genç yetişkin nüfusunun içerisinde bulunan bir genç ve orta-alt düzey gelire sahip ailesinin tek kızıydı. Tanıdığı tüm aile fertleri gibi o da Burell’de doğmuştu. Liseden sonra çocukluğundan beri hayalini kurduğu okulu kazandı. Okuldan vakit buldukça da babası ve annesinin birlikte çalıştıkları terzi dükkanında onlara yardımcı olur, elinden geldiğince ailesine destek olmaya çalışırdı.


Aisa öğle uykusunun verdiği sersemlikle, uzandığı kanepeden doğrularak sesin geldiği yöne, mutfağa bakındı. Annesine seslendi:

— Anne!


Cevap gelmeyince sesin geldiği yere, mutfağa yöneldiğinde annesini ve babasının ayakta dikilmiş, çıt çıkarmadan, pürdikkat karşılarındaki televizyona baktıklarını gördü. Kafasını televizyona çevirdiğinde ise gergin ve oldukça hızlı konuşan bir muhabir:

— Burell sınırında meydana gelen patlamanın üzerinden sadece 1 saat geçmesine rağmen ilgili ekipler olaya en kısa sürede müdahale ettiler. Başkan Zrauk, giriş ve çıkışların ikinci bir emre kadar kapatılacağını, Burell halkının, tarafları tarafından aksi bir haber gelmedikçe evlerinden çıkmamaları gerektiğini söyledi.


Aisa gözleri olabildiğince açılmış ve korkan ifadelerle ailesine baktı. Onların suratları ise olabildiğince durgun ve boştu. Şaşkınlık hislerine bir de ailesinin durgun suratı eklenince dayanamamış ve sadece:

— Ne oluyor? diyebilmişti. 


Babası Aisa’nın orada olduğunu daha önceden fark etmemiş olacak ki birden dönüp:

— Kızım günaydın, bir şey olduğu yok, sınır bölgesinde patlama olmuş, yaralanan yok. Ama Başkan Zrauk iyiliğimiz için bir süre evde kalmamızı istiyor sanırım.


Cümlesinin başından beri kızgınlıkla babasına bakan annesi:

— Bricken sana inanamıyorum! Böyle bir durumda bile savunabiliyorsun şunları, hangi patlamada sokağa çıkma yasağı gelmiş, görülmüş şey mi bu? Övünüp durdukları nükleer tesis sorun çıkardı kesin. Yoksa ne diye insanları eve kapatsınlar!


Annesinin bu ani çıkışına hiç şaşırmayan Aisa, ister istemez anne ve babasının bu kadar farklı insanlar olmasına rağmen nasıl yıllardır birlikte olabildiklerini düşündü. Düşüncelerinden sıyrılıp ailesine tekrar kulak verdiğinde ise tartışmanın her zamanki gibi iyice alevlendiğini fark edip oradan uzaklaşmayı istedi. 

— Ben odamdayım. Onu duymamışlardı. Tekrar söylemenin faydası olmayacağını bilerek mutfaktan çıktı.


Odasına geldiğinde, gerçekten dışarıda kimsenin olmayacağına inanamayarak büyük bir merakla cama yürüdü. Ve baktı, şimdi patlama haberini aldığı andan daha da çok açılmıştı gözleri. Gerçekten de kimse, hiç kimse yoktu dışarıda. Günün hangi saatinde bakarsa baksın o camdan, mutlaka kalabalık görünürdü. Şimdi ise doğduğundan beri -işe yetişmek için evrak çantasına sarılıp koşanları, yan yana gezen bambaşka insanları, el ele tutuşan aşıkları, su satmaya çalışan sokak çocuklarını, kalabalık arkadaş gruplarını ve kalabalığın içindeki yalnızları- gözlemlediği o sokağın, iki yol kenarı boyunca özensizce dizilmiş onlarca arabadan başka gözlemlenecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Gördüklerinden sıyrılamayarak yatak ucundaki televizyonunu açtı. Ve uzandı. Karşısına çıkan ilk kanalda patlama hakkında birbiri ardına bağırarak konuşan, iyi giyimli ve oldukça kırmızı suratlı dört kişiye baktı. Tıpkı annesi gibi onlar da nükleer bir patlama ihtimalini konuşuyorlardı. Bu ihtimal onu fazlaca korkutsa da dinlemeye devam etti. Bir süre sonra dört kişinin de ‘’Beni dinlemiyorsunuz’’ ve ‘’Sözüm kesiliyor’’dan başka hiçbir şey demediklerini fark ettiğinde bir sonraki kanala geçti. Bu kanal ise bir satış kanalıydı. Sağ üstteki “canlı” yazısı onu şaşırttı. Ve sonraki kanala geçti. Bu sefer ekran dört konuşmacı için dörde bölünmüş, sadece bir kişi konuşuyor, diğer üçü sanki orada değilmişçesine etraflarına bakınıyordu. Ardından sırasıyla konuşan dört kişi, sokağa çıkma yasağının faydalarından ve bu koşullarda kimsenin maaşında kesinti olmayacağından uzun uzun bahsettiler. Fakat içlerinden biri bile patlamadan bahsetmemişti. Haber programlarını hiçbir zaman sevmediğini tekrar hatırlayan Aisa, gözlerinin kapanmakta olduğunu fark etti. Bir hışımla televizyonu kapatarak uykuya daldı.


Hem annesi hem babası akşam yemeği için kızlarına seslenseler de, Aisa’yı derin uykusundan bir türlü uyandıramadılar. Sonunda pes ederek saatlerce süren tartışmalarının ardından tek kelime dahi etmeden baş başa akşam yemeklerini yediler. Yemekten sonra her akşam olduğu gibi televizyonun karşısında pineklemeye geçen Bricken ve Creya, küçücük oturma odalarında birbirlerinden olabilecek en uzak noktalara yerleştiler. Saatlerce süren sessizliğin ardından Bricken:

— Hayatım tamam, bırakalım bu küskünlüğü, artık genç değilim. Eskisi kadar kızgın kalamıyorum.


Bu barış çağrısı üzerine galibiyet elde etmişçesine sevinen Creya alaycı bir tavırla:

— Sen yaşlısın da ben genç miyim? Saçlarımda bu beyazlar varsa sebebi sana bu kadar yıl doğruları göstermeye çalışırken verdiğim çabadandır.


Gözlerini istemsizce Creya’nın saçlarında gezdiren Bricken:

— Zaten ben de senin doğruluk çabana aşık olmadım mı? Varsın beyazlasın birkaç tel saç!


Creya, Bricken’in bu sözlerinin vermiş olduğu sıcak hissin kuvvetiyle karşı koltuğa, Bricken’in yanına oturdu. Bu ikisi için de savaşın bittiğine işaretti. Bricken doğrularak Creya’nın yanağına bir öpücük kondurdu. Her kavgalarının sonunda olduğu gibi sarılıp barışan Bricken ve Creya, el ele tutuşarak odalarına çekildiler.


Karnından gelen sesler ve daha fazla bastıramayacağı açlık hissiyle uyanan Aisa, uyumaya devam etmek istese de bunun olmayacağını bilerek doğruldu. Ev sessizdi. Televizyon sesi bile yoktu. Kafasını masasının üstünde duran saate çevirdi, saat gece yarısını biraz geçiyordu. Bu, Aisa’nın anne ve babasının çoktan uyuduğu anlamına gelirdi. Ses çıkarmamaya özen göstererek yataktan kalktı fakat yatağın gıcırdayan yayları tüm evde duyulmuş gibiydi. İstemsizce camdan baktı. Sokağın en başında farları yanan iki otobüs gördü. Yasağa rağmen orada olabilmelerine şaşırarak izlemeye devam etti. Uzağa rağmen otobüsün içinde birkaç insan olduğu seçilebiliyordu. Şoför koltuğu ise boştu, daha da meraklanarak usulca camı açtı. Kafasını biraz daha uzatarak bakındı. Fakat karnındaki sesin onu uyaracak biçimde tekrar guruldaması mutfağa gideceğini hatırlatarak onu odasından çıkardı.


Mutfağın ışığını açmaya çalıştığında ışık açılmadı. Camdan baktığında sokak lambalarının da yanmadığını hatırladı. Elektrikler kesilmişti. Burell’de çok fazla elektrik kesintisi olmazdı, olsa da hep gecenin daha geç saatlerinde olurdu. Kesinti haberini anca ertesi gün gazetede yazarsa anlarlardı. Elleriyle mutfak çekmecesindeki el fenerini aradı, bulduğunda feneri açtı. Buzdolabına baktığında annesinin babasına kızdığı zaman yaptığı, babasının pek de sevmediği domates yemeğini görünce gülümsedi. Annesi bu yemeği yapar, babası da ona küs olduğundan tek kelime etmeden yemeğini yerdi. Aisa domates yemeğini ne sever ne sevmezdi. Zaten yemeklerle pek arası yoktu. Kendisine bir tabak hazırladıktan sonra feneri masanın bir köşesine koydu ve sandalyeye oturup yemeğini yemeye başladı. Yemeğini bitirdikten sonra içindeki merak onu tekrar camdan bakmaya itmişti. Sokağın başındaki bir apartmanın ışıklarının olduğunu gördü, şaşırdı. İyice baktığında apartmanların kapılarının da açık olduğunu fark etti. Burell’de apartman kapıları hiç açık kalmazdı. Kendi apartmanlarının kapısının açık olup olmadığını merak etse de bakamazdı. Apartmanın ön tarafı sadece ailesinin odasından görülebiliyordu. Dışarıya dalgın bir şekilde bakarken aşağı kattan gelen bir gürültü duydu. Komşuları bu saatte bu gürültüyü nasıl yapmıştı? Daha da dikkatle dinledi, ses kesilmişti. Sadece çok sert bir yürüme sesi geliyordu. Düşünceler arasında boğulurken kapının gıcırdayarak açılan sesi duyuldu. Korkuyla kapıya doğru baktı. Apartmanın içinden giren ışık odaya sızmış, etraf artık daha belirgin bir şekilde görülmeye başlamıştı. Anlık bir kararla birkaç küçük adım geriye giderek camın yanındaki kitaplığın yan tarafına geçmişti. Kitaplık ve duvar arasından kapıyı görebiliyordu. Kapıdan üniformalı iki asker girdi. Yüzlerini kapatan siyah maskeleri, sol göğüslerindeki armaya işlenmiş ''Z'' ve ''Y'' harfleri vardı. Işık tekrar söndü. Askerlerden biri fener açtı, Aisa'nın olduğu tarafa geldi. Kitaplığı geçtiği anda onu gördü. Askerin elinde tuttuğu fener Aisa'nın görüşünü tamamen bozuyor, askeri görmesini engelliyordu. Korkuyla babasına seslendi:

— Baba!

Asker bir eliyle hızla Aisa'nın ağzını kapatırken Aisa askerin diğer elini boğazında hissetti. Asker onu omuzlarından tuttu ve yavaşça yere yatırdı. Aisa neden hareket edemediğini anlayamıyordu. Tüm gücünü kullanarak elini boğazına götürdü, boğazına yapışmış bir bant hissetti. Gözleri yavaşça kapanıyor, artık parmaklarını bile hareket ettiremiyordu. Gözleri tam anlamıyla kapanırken onu yere yatıran asker önünden geçti. Son gördüğü, askerin siyah postallarıydı. Ve Aisa’nın gözleri kapandı.