ODTÜ kampüsünün çıkışına doğru birikmiş kalabalık ya yağmurdan kaçıyor ya da minibüs filan bekliyordu. Engin ise şehre doğru yürüdü. Her nasılsa sabah evden çıkarken yanına para almayı unutmuştu. Aksilik bu ya, kampüsün içindeki ATM'ler de bozuktu. Şimdi meteliksiz bir halde ıslanmaktaydı. Çok sevdiği arabası bakım için birkaç gündür servisteydi, halkın arasına karışmayı fazlaca unuttuğunu fark etti. Taksinin birine binip şoföre "Yakındaki bir ATM'nin önünde duruver." demeye de üşendi. Şoförün muhtemel bir olumsuz tavrına katlanacak hali yoktu. Garip bir çekinme haliydi bu, öyle ki eve kadar yürümeye razıydı. Antrenmandan çıktığında ıslanmak pek de umurunda olmamıştı ancak adımları hızlanırken bunun yanlış bir fikir olduğunu çoktan anlamıştı. Motoru tekleyerek çalışan külüstür bir araba durdu yanı başında. Buğulanmış camın içinde onu gördü. Senem, kapüşonun altındaki sarı saçından bir tutam hafif kemerli olan ince burnuna doğru düşmüş; dudakları ve yanakları kızarmış halde arabanın yan camını içeriden zorlayarak açtı ve "Atla." dedi. Engin’in içinden “Zahmet olmasın." demek geldi ancak bu saçma bir cümle olurdu. "Eyvallah." dedi, kapıdan içeri süzüldü. Ter kokusu... Bu Senem'in kokusu ise seksi olduğunu bile düşünebilirdi. Algı meselesi... Ama ya kendi kokusuysa? Tedirgin oldu. Kapı kapanmadı. “Biraz daha hızlı çekmelisin." dedi Senem “Ayar yaptırmam lazım." Senem, buğulanmış ön camı eliyle sildi. "Ne trafik ama. Ya, kusura bakmazsan adını hatırlayamıyorum, tekrar tanışsak mı?" İçten içe bir sıkıntı hissetse de kızın rahat tarzı Engin’in hoşuna gitti. Sıkıntıyı hafifletmek için gülerek "Tabii." dedi "Engin." Senem, sanki yolu daha iyi görecekmiş gibi burnu havaya kalkmış vaziyette önüne bakarken adını söyledi. Sustular bir süre. Hep böyle olur ya. Konuşacak bir şey bulunamaz hemen. Bu kızı etkilemek isterdim diye içinden geçirdi Engin. "Ne tarafa gidiyorsun?" Senem mantıklı bir soru sormuştu elbet. Engin’e yine bir sıkıntı hali geldi. "Ya, kusura bakma. Ben Çankaya tarafına gideceğim ama şey değil, yani sana uygun bir yerde inerim ben." Ne cevap ama, ezik, diye geçirdi içinden.

“Tamam." dedi Senem, "Bakanlıklardan Kızılay'a döneceğim, seni orada bırakırım olur mu?"

Telefon çaldı. Senem'in telefonuydu. Ekrana baktı, yüzü ekran ışığının yansımasında çok güzel göründü. Engin bakışlarını kaçırdı çünkü Senem ona baktığını anlamıştı.

Yanlış anlamasın, ona asıldığımı falan. Aman be! diye hayıflandı. Bir eliyle telefonu, diğeriyle direksiyonu tutan Senem, debriyaja basarak "Şu vitesi değiştirsene" dedi Engin'e. Vites, 3'ten 2'ye düştü. Trafik yavaşlıyordu.

"Efendim Aşkım..."

Engin huzursuz iç sesini susturamadı. Aşkım? Çok yakın bir arkadaş, bir kuzen, ne bileyim, başka bir şey olamaz mı? Çıktığı bir çocuk olması normal tabii ama hani bir arkadaş geyiği olsa... Öf Engin, zavallısın koçum. Kızın çıktığı var işte.

"Tamam tamam, siz bekleyin, yoldayım ben. Aman ne bileyim, trafik var biraz. Geliyorum. Ama hayatım, söylüyorum ya işte, yoldayım, ne yapabilirim, helikopter mi kiralayayım? Ne? Ya, ama niye böyle yapıyorsun Mithat, anlamıyorum ya! Niye kasten bekleteyim seni aşkım..."

Senem bir taraftan konuşurken diğer taraftan da debriyaja basarak Engin'e vites değiştirmesi için bakış fırlattı. Engin, "Motorun devri çok yüksek." dedi fısıldarcasına. Senem duymadı.

"Ya Mithat, gelince konuşuruz lütfen."

Senem'in konuşması yarım kaldı. Belli ki Mithat telefonu suratına kapatmıştı. Sessizlik, yoğun trafikle birleşince iyice ağırlaştı. Engin, bir an Senem'in yüzünde minderlere tekme atarkenki ifadeyi gördü; hep birilerinden hıncını alıyormuş gibi…

“Kick boksu böyle anlar için mi öğreniyorsun?"

Engin'den beklenmeyecek bir hamleydi doğrusu. Senem, kaşları hafif çatık vaziyette Engin'e baktı, sonra hınçla vites değiştirdi. Öyle bir ses çıktı ki arabadan; Engin, vites kutusu aşağı düştü zannetti. Yine sessizlik. Engin mahcup bir ifadeyle: "Kusura bakma." dedi. "Yani ben demek istedim ki."

"Aslında haklısın" diye beklenmedik bir çıkış yapan Senem devam etti: "İş stresli, okula benzemiyor. Rahatlamak için kick boks antrenmanlarına başladım. Ama bazılarını pataklamak için bunu kullanmak gerekir değil mi?"

"Yani, elbette." diye destekledi Engin. “Hem bence gayet iyisin, senin için birini pataklamak zor olmaz."

Senem ilk kez gülümsedi: "Sen neden başladın antrenmanlara?"

Engin, bu soruya verecek anlamlı bir cevabı olmadığını fark etti.

"Sezgin hocayı geçmişten tanırım, beni o davet etti. Yani göbeğim büyümüş falan, ne bileyim, gel takıl dedi."

Özlem seni çok üzdü tamam ama yeter artık. Kafa dağıtırsın, hem kendine biraz kız da yaparsın.

Engin, bu son cümleyi seslendirmedi tabi. İşte kendine acıma seansı yine başlamıştı. Özlem, aşklarının meyvesi Azra'yı alıp evi terk ettiğinden beri bu böyleydi. Engin için "erken evliliğin" tüm yıpranmışlığı, yüzüne konup duran bir sinek gibi kovsa da sürekli geri gelmekteydi.

Ter kokusu Engin'den geliyordu, antrenman sonrasında duş almaya üşendiği için fazlaca hayıflandı ve "Ben şurada ineyim Senem, sağ ol." deyiverdi. Senem şaşırmış olsa da bunu Engin'e hissettirmedi, sadece: "Emin misin?" diye sordu. Başını sallayan Engin, araba durunca "Görüşürüz" diyerek su birikintileriyle dolu kaldırıma zıpladı. Kapı kapanmadan önce "Dikkat et, çok ıslanma, baay!" diye bağırdı Senem.

Engin dişlerini sıkarak mırıldandı: “Uygun adım, marş! Dangalak Engin.”