Bir varmış bir yokmuş. Modern zamanlara hapsolmuş bir küçük yalnız kırlangıç varmış. Bu kırlangıç her gün aynı direğin telinde durup gökyüzünü izlermiş. Her gün aynı direk, aynı yol ve aynı gökyüzüymüş. Bir gün gökyüzünde iki farklı yöne giden iki uçak görmüş. Onların o an nereye gittiğini tahmin etmeye çalışırken gökyüzünde yollarının kesiştiğini düşünmüş. Uçaklar bir an birbirinden çok uzakta ama birbirinin karşısında kalmış. Sonrasında ikisi de yoluna yine yalnız başlarına devam etmişler.

Kırlangıç uçakların bir daha asla karşılaşamayacaklarını düşünüp gözlerini onlardan ayırdıktan sonra telin üzerinde hep izlediği yolda yürüyen bir kız görmüş. Ana yolun yanındaki bu yolda gördüğü ilk kız o değilmiş ama en güzeli oymuş. Her gün o yolda yürüyenleri izlese de onunla ansızın bambaşka bir bağ kurmuş. Kız aynı yolda o kadar çok yürüyormuş ve yanından geçen hiç kimseyi görmüyormuş ki insanların ona bakışından da habersizmiş. O yoluna hiçbir şeyi fark etmeden devam ederken kırlangıç da artık diğerlerini görmeden sadece onu bakamaya ve her adımını izlemeye başlamış. Ki istese bile ondan başkasını göremez olması da çok uzun bir zaman almamış.

Bir yanında ormanın bir yanında birbiri ardına sıralanan ağaçların olduğu yolda her gün aynı saatte yürüyen kıza bakmaktan usanmayan kırlangıç onu merak ediyormuş. Yürürken aklından ne geçtiğini, hangi şarkıyı dinlediğini, bazı anlarda çatılan kaşlarına sebep olan düşünceyi her an merak ederken kısa zamanda onu sadece o yürüyüşlerde görmek yetmez olmuş. Lakin onu takip etmeye de cesaret edemiyormuş. Kötü bir şeyden görmekten mi yoksa onu aslında üzen o şeyi öğrenmekten mi korktuğuna karar verememiş. Direğinin telinde günün bitmesine birkaç saat kalana kadar her daim onu beklemekten vazgeçememiş.

Bir gün, henüz yazın ortası gelmemişken, kırlangıcın izlediği kız ona baktı. İlk anda kırlangıç yanıldığını sansa da kız ona bakmıştı. Ona neden baktığını anlamasa birkaç gün sonra bu artık her gün gerçekleşen bakışın gerçeği ortaya çıktı. Kız onun her gün aynı telde olduğunu görmüş ve buna şaşırmıştı. O gün onunla beraber yürüyen bir başka kıza kırlangıçtan bahsederken diğer kız pek onu dinlememişse de kırlangıç gözünü ayıramadığı kızın da kendisinin farkında oluşunu sevmişti. Artık onu izlerken onun da yakınından her geçtiğinde kendisine baktığını gördükçe mutlu oluyordu. İmkânsız bir aşkın tohumları küçük kalbinde filizlense de o bunun farkında olsa da umursamıyordu. Sevmek her zaman kavuşmak değildi ve kavuşmaya da ihtiyaç olduğu fikri ona asla doğru gelmiyordu.

Zaman geçip aylardan eylül olduğunda küçük kırlangıç tüm yazı o kızı izleyerek geçirmiş, onu herkesten daha iyi tanır olmuştu. Ve gözlerindeki hüznün nedenini en sonunda öğrendiğinde onun da kendinden pek farkı olmadığını anlamıştı. Çünkü kız da birini sevmişti. Lakin biraz geç kalarak birini sevmişti. Görmesi gereken zamanlarda görmediği o adam bir başkasıyla evlenmişti. Kızın canı yanmıştı. Canı yandığı için doğduğu ve büyüdüğü kasabaya sığınmış, bir daha geriye dönmek istememişti. Zaman yarasını kabuk bağlatırken o dönmeye niyetleniyordu ve kırlangıç da gitmesi gerektiğini biliyordu. Kız kuzeye gidecekti. Kırlangıcın ise güneye, daha sıcak yerlere gitmekten başka çaresi yoktu. Ama bunu istemiyordu. Kalbi ondan ayrılacağının düşüncesinde bile bin parça oluyordu.

Günler geçip artık ekim geldiğinde kırlangıç için başka çare yoktu. Bir gece daha onunla aynı yerde kalacak ve sonrasında ondan çok uzaklara gidecekti. Kendine o gece için bulduğu küçük sığınağında uyumaya çalışırken gözünden bir damla yaş düştü. Sonbahar rüzgârı onun küçücük gözyaşını ondan uzağa alıp götürürken kırlangıç uykuya daldı. Uykusu başlamadan önce ise aklından son bir düşünce geçti. Kızın annesine anlattığı öykülerinden duyduğu Artemis’e dua etti. Ondan tek dileği ne uzun yaşamak ne de burada kalmanın bir yolunu bulmaktı. O sadece onunla kalmak için bir yol istedi. Ve hiç kimseyi duymayan Artemis onu duydu. Acısını da o küçük kalbe acı veren nedeni de anladı. Kendi takipçilerine bile çoğu zaman sağırken o küçük kalp için bir iyilik yapmak, bir mucizeyi gerçeğe dönüştürmek istedi. Onun için daha da geç bir zaman olmaması için nihai kararı bir anda verdi.

Küçük yalnız kırlangıç rüyasında yapması gerekeni gördükten sonra uyanmıştı. Yeniden onu ilk kez gördüğü direğe gidip teline konduğunda sabah daha yeni olmuş, güneş doğmaya bir an önce başlamıştı. Hava soğuktu ve ağaçlar bile oldukları yerden memnun görünmüyordu. O an orada olup olmamamın doğruluğundan emin olamadı. Lakin sonra kızı gördü. Asla sabahları yürüyüş yapamayan o kız günün ilk ışıklarında yürüyordu. Ve kırlangıç onun için son kez uçup ona yaklaştı. Artemis’in kulağına fısıldadığı gibi bedenini onun koluna hızla çarptı. Kız o an ne olduğunu anlayamadan koluna baktığında acıya neden olacak hiçbir şey görmedi. Sol kolunda aniden ortaya çıkmış kanatları açık uçan bir kırlangıcın izini yadırgamadı. Kendi yaptırmadığı bir dövmeyi, dövmedeki kırlangıcı geç kaldığı o adam kadar çok sevdi. Hem kırlangıç hem de kız kendi acılarını değil; aşkın karşılığı olmasa da olmasını sevmeye devam ettiler.