Küçük iki odası, duvara gömülmüş kitaplığı bir de üzerinde daima çaydanlık ve tencere bulunan sobası dışında pek de bir şeyi yoktu Akif Amca’nın. Bir de demiryollarından aldığı emekli maaşı vardı tabii. Az buçuk geçindiren biraz süründüren ve de öldürmeyen. Yirmi yıldır tanıyorum onu. İçerisi milyon derece kadar sıcak… “Yaz gelse de serinlesek!” dedirtecek kadar sıcak. Girer girmez ter basıyor adamı. Saatin geç olması benim için avantaj, belki çok tutmaz.

-Soğuğun ayaza çaldığı zamanlar da olmasa pek dert değil be!
-Anlamadım Akif amca, ne dedin?

Bal gibi anlamıştım. Adam bayağı bayağı yakacak derdinden, kötüye giden zamandan bahsediyordu da ben kulağımın üzerine yatıyordum.

-Soğuk olmasa diyorum, insanın yakacak derdi de olmaz para bulma derdi de diyorum.
-Haklısın Akif amca. Soğuk büyük dert…

Haklıydı, soğuk yakacak demekti, yakacak da para. Ne olurdu da bu kadar sıcak olmayaydı şu oda. Biraz pencere açsa hem… “Ahmak olma Mahsum, adam yaşlı, üşüyor. Zar zor ısıtmış belki de!” diyerek savuşturuyorum bu fikri. Duvara gömülü olan kitaplara dalıyor gözlerim. Eskiler; Dostoyevskiler, Tolstoylar, Nazımlar, Ahmed Arifler, Atilla İlhanlar, Yaşar Kemaller ve nicesi… Neler var neler! Keşke hepsi benim olsa diyorum yalan yok. Kitap konusunda aç gözlüyüm.

-Bunların hepsini okudum ha! Öyle boşa durmuyor bunlar burada!
-Hepsini mi?
-Hepsini tabii ya, ne sandın. En sevdiğim de aha şudur bak.

Gösterdiği kitap Gorki’nin Anası. Çocukken okumuş ilk. Ta o zamanlardan beri birkaç kere okumuş. Devrime de inanırdı Akif Amca; eşitliğe, herkesin mutlu yaşayacağına ve o günlerin mutlaka geleceğine. Demeyeyim diyorum ama alınma da “Sen daha çok hayal kurarsın be Akif amca!” diyorum. Tabii içimden söylüyorum bunu. Koskoca adama denir mi öyle hem ayıp yahu! Vakit geçiyor. Gençliğinden bahsediyor. Amaçlarından bahsediyor sonra. İnsanların yokluğundan, gençliğindeki kavgalarından da dem vurmayı ihmal etmiyor. Anlattığına göre çok çapkınmış da. “Ama hovardalık değil ha!” diyor. Gülüyorum. Seviyorum bu adamı sevmesine de işte yanından ayrılırken küfürbaz olup çıkmasam. Neden sövüyorum anlamıyorum. Bir zayıf noktam var sanırım bilmediğim. Her seferinde oradan yakalıyor beni. Ama bu sefer o fırsatı vermeyeceğim ona, kararlıyım.
Laf lafı açıyor. Ne kadar sormayayım sormayayım desem de nafile. Artık içimizdeki yaraya tuz basmanın zamanı geldi de geçiyordu. Bizi allak bullak edecek olan soruyu sormamak elde değildi artık. Daha doğrusu bilhassa beni allak bullak ediyor bu soru. Kaşınıyorum işte bal gibi. Bu soru bana şu anki çaresizliği ona ise geçmişteki kavgalarının beyhudeliğini hatırlatıyor olsa gerek. Çünkü ben gittikten sonra onu da söverken duymuştum birkaç defa. Ama o yüksek sesle bağırmasını biliyor. Tabii ihtiyarlığına güveniyor. Yaşamış yaşayacağını ondan olsa gerek.

-Yokluk dersin, kavga, ekmek dersin, eşitlik dersin, gençliğim dersin de ne olacak be bu yokluk Akif Amca? Ne hale düşürür adamı görmez misin? Şimdi nerede o eski hayaller, o eski inançlar. Devir değişti. Senin gençlikten eser de yok hem.

Duruyor, gözlüklerini çıkarıp biriken çapağı alıyor. Birkaç vakittir musallat olmaya başlamış bu çapak denen mendebur. Gülümsüyor, hep gülümsüyor tuhaf şekilde. Anlamıyorum bu adamı. Daha önceleri de gülümsüyordu. “Hayattan keyif almayı biliyor herhalde.” saçmalıklarına girmiyorum, öyle bir hal değil hem ondaki. Belki de ağlamayı yediremiyordur kendisine. Hani öyle düşünmüyor değilim artık. Havada asılı kalıyor gülümsemesi. Gözlüğünü tekrar takıyor.

-Abbas Sayar’ı bilir misin? Bilirsin tabii bilirsin, okuyorsun o kadar. Hem bilmiyorsan ayıp sana.
-Bilmem mi hiç, sende amma ettin Akif amca!
-Yılkı Atı vardır onun, bilir misin? Bilirsin tabii, tee geçenlerde okumuştun ya diyor.

Hafızasına şaşırıyorum. Geçenlerde dediği bir seneye yakın ha! Bakmayın öyle yakınmış gibi söylediğine. Eski toprak ne de olsa.

-Orada bir söz eder Abbas Sayar, onu bilir misin?

O bunları der demez duraksıyorum. Biliyor bildiğimi ama yine de soruyor. Keyfimi kaçırmak hoşuna gidiyor herhalde. “Eh Akif amca, alacağın olsun!” diyorum içimden. Zaten koskoca adam hiç öyle saygısızca şeyler söylenir mi? Toparlanıp gitmeye kalkıyorum. Yine yakalamıştı beni. Keyfimi kaçırmayı biliyordu.

-Bilmem mi Akif amca, bilirim tabii!
-Biliyordum keyifsizlenip kaçacağını.

-Ne yapayım, kanıma dokunuyor bu yokluk denilen şey. İnsanlık geliyor aklıma sonra. Yitip giden insanlık… Sövüyorum da yalan yok.

Gülüyor, neredeyse kahkahayı basacak. “Yahu buna gülünür mü be Akif amca! Ağlarsın ancak buna!” diyorum. Ama bu sefer içimden falan değil öyle dümdüz Allah ne verdiyse söylüyorum. Cevap vermiyor, gülüyor sadece. Ben çıkarken hala gülüyordu. Neden böyle yapıyordu koskoca adam!

-Selametle Akif amca, bir daha ne vakit gelirim belli olmaz!

Apar topar kendimi dışarı atıyorum, aklımda Abbas Sayar’ın sözü…

“Yokluk bel kırar, adamı insanlıktan cüda eder!”

Söve söve sokakların kaldırımlarını aşındırıyorum. Küçükken beni düşüren bir taşa takılıyor gözüm.
"Ulan sen misin beni düşüren! Senin de..."