Ölüm, çoğu zaman kulaklarımıza uzak gelen bir kelimedir. “Şurada bilmem kim ölmüş.” der birisi, hissettiğimiz tek duygu birazcık üzüntüdür, aslında belki de hayır, insanoğlu bencildir, birinin öldüğünü duyduğumuzda kendimizi şanslı sayarız. Neyse ki bizim başımıza gelmedi, bir gün daha sanki ölümsüzmüş gibi yaşarız. Peki ya yarın? Ölüm bizim kapımızı çaldığında ya da daha da kötüsü çok sevdiğimiz birini bizden kopardığında, o zaman da kendimizi şanslı sayabilir miyiz?

Çoğu zaman hiç gelmeyecek sandığımız zamanlarda, özellikle de hayatımızda her şey çok güzel giderken çıkar karşımıza bu lanet. Bence lanet, evet. İnsanlığın en büyük laneti ölümdür.

Biri vardır, onu doğduğunuzdan beri tanırsınız, siz seçmemişsinizdir ama seçmiş olsaydınız da onu seçerdiniz, bundan eminsinizdir, sonra gün gelir kapınız çalınır, içeriye bir karanlık dolar, o güzelim apaydınlık ev kasvetle dolar. Ne yapacağınızı, nereye gidip ondan saklanacağınızı bilemezsiniz. Sizin için geldiğini bilseniz belki bir süreliğine saklanacağınız yeri bilirsiniz ama eğer kolları arasına saklanmak istediğiniz kişiyi almaya geldiyse işte bu kıyamettir, sizin kendi küçük kıyametiniz.

Doğduğunuzdan beri aynı evi paylaştığınız, hiç gitmeyecek, hep o başköşede oturacak sandığınız, çocukluğunuzun kahramanı, bu dünyaya gelme sebebiniz silinip giderse sizin dünyanızdan ne kalır geriye? Sahi o silinirse yeryüzünden tüm anılarınız hatta siz bile silinip gitmiş sayılmaz mısınız?

Oturup dizlerinin dibine, “Lütfen gitme, hep benimle kal.” demek istersiniz ya da belki de onunla birlikte gitmek çünkü o olmadan bu dünyadaki varlığınızın bir anlam ifade ettiğini düşünmüyorsunuzdur artık. Çocukken sadece onun kollarında güvende hissettiğiniz birini kaybederseniz eğer bir daha asla güvende hissedemez ve diken üstünde yaşarsınız.

Ben, seninle güvende hissetmek istiyorum, hep o başköşede otur ve biz televizyonda bir şey izlerken pat diye kanalı değiştir istiyorum. Sonra biz sana kızalım, yine sen de o alaycı gülüşünü yap, daha da çok kızdır bizi. Fenerbahçe’ye kızalım mesela beraber, “Teknik direktör de ne biçim kadroyla çıkmış sahaya.” diye söylen, ben seni dinlerim ama lütfen erkenden kalkıp gitme o koltuktan, yapma bunu bize, yapma bunu bana. Tüm çocukluğumu, tüm anılarımı, her şeyimizi alıp gitme.

Elinde değil biliyorum ama en azından elinde olduğu kadarını bizim için elinde tutmaya devam edersen, yansıtmayı bilmediğin, hiç öğrenemediğim sevginin var olduğundan emin olabileceğim o zaman ve belki yıllar sonra evrenler bizi ayırdığında varlığından emin olduğum o sevgiye tutunup ayakta durmaya devam edebilirim. Ama şimdi değil, şimdi hiçbirimiz buna hazır değiliz, lütfen kal, lütfen.