Yokuş çıkıyordum. Elimdeki telefonu kulağıma dayayıp bir şiir dinliyor ve başımı yukarı dikip gökyüzüne bakıyordum. Bu halimle, mahalleye tezat düşüyordum galiba. Beni görseler, kendi gibi serseri bir arkadaşıyla konuşan ve az sonra yüksek sesle küfürler edecek olan biri sanırlardı muhtemelen. Belki de hiçbir şey düşünmezlerdi, bilmiyorum. Ama gecenin on birinde yaptığım yürüyüşlerde ben, kendimi, kendinden her şey beklenir biri gibi hissettiğimden biraz çekingen olurum ve insanlardan uzak durmaya çalışırım. İşte bu akşam yokuş çıkarken de aynı şeyi yaptım.
Yirmili yaşlarının sonunda, küt kesim saçları dalgalı bir kız yokuştan inerken ben, kaldırımdan inip hemen yolun ortasına geçtim ve parmağımla da telefonun hoparlörünü kapattım, rahatsız etmemek için. Az sonra da o, aramızdaki makul mesafenin yarattığı telaşsızlıkla yanımdan geçip gitti. Kız yanımdan geçerken ben, ondan taraf bakmamak için hemen sol tarafıma döndüm, sanki bir şeyler aranır gibi. Evet, bir saniye kadar bile bakmamıştım ona ama yol üzerine bıraktığı kokusunu net bir şekilde almıştım. Ve garip bir şekilde bu koku, eksik olan her şeyi tamamladı.
Bu, öyle bir kokuydu ki… Hafif ve aydınlık. Beyaz gül ile karanfil karışımı gibi. Biraz defne yaprağı, iğde, hanımeli ve papatya belki de. Koklayanın içinden bazı dertlerini alıp uzaklaştıran, saatin kaç olduğunu unutturup, apaydınlık bir günde, salkım söğütlerin altına uzanmış gibi hissettiren bir koku… Kokuyu alınca ben de işte böyle hissettim. “Ya hu” dedim, “ne de güzel bir koku.” Sanırım beynimde, kokuları renklere, anlamlara, duygulara boyayan bir bölme var. Günün her hangi bir saatinde, işte böyle tetiklenince, durduk yere olmadık anlamlar türetiyor… Az önce, yanımdan geçen kızın yirmili yaşlarının sonunda olduğunu söyledim, değil mi? Aslında yüzünü falan görmemiştim. Işık arkadan vuruyordu ve yanımdan geçen, sadece bir siluetti. Şimdi anlıyorum ki bunları bana düşündüren kokuydu.
Evet evet! Bu kokuyu kullanan bir kadın, yirmili yaşlarının sonunda olmalıdır. Açık tenli ve küt kesim dalgalı saçlı. Kaşları ince, narin, çenesi dar ve uzunca. Dudağının sağ üst köşesinde bir ben vardır, kesin. Gri, kaşe bir kabanı vardır ve bordo renk çizmeleri. Bebekleri sever hem de çok sever. Otobüste görse, hemen yanına gidip bebekçe konuşur onlarla. Bir oğlan kardeşi vardır, kendisinden dört yaş küçük. Öyledir, çünkü bu koku, bir abla kokusu olabilir ancak. Ve bu abla da küçük bir memuriyete yakışır bence. Adliyede kâtiplik mesela ya da nüfus idaresinde, belediyede bir memuriyet… Sesi sopranodur ve canım’lı konuşur. Ezginin Günlüğü dinler yağmurlu günlerde, Zülfü Livaneli okur, kedileri sever. Hah, bir de bere, çok yakışır.
Geri dönüş yolunda, bu sefer kaldırımdan yürüdüm, kokuyu yeniden alabilmek ve hayal dünyamı yeniden tetiklemek için. Kırk dakika sonra bile kokunun oralarda bir yerlerde olacağını, belki de ben onu ciğerlerime çekeyim diye gizleneceğini sanacak kadar saf biriydim galiba. Yok, saf falan değil de kendinden her şey beklenir biriyim sanırım. Şimdi mesela, o kız yine karşımdan geliyor olsa, “ya hu ne de güzel kokunuz var” derdim bence.
6 Nisan 2023
Gültepe