Upuzun bacaklı, sarı ve bol paça pantolonu göğsüne kadar çekilmiş Koca Oğlan'ı aldı eline. Kocaman, ablak yüzüne iki böcek gibi kondurulmuş kısık gözlerine baktı. Haddinden büyük olmakla, saflığın doğru orantısını gösteren bir grafik geldi gözünün önüne. İstatistiklerde gerçekten var mıydı böyle bir orantı yoksa bu da her şey gibi beyninin uydurması mıydı? Karar veremedi. Belki bu, Koca Oğlan'a her zaman vermeyi uygun bulduğu role bir bahaneydi.

Bağdaş kurup oturduğu, yeşil zemin üzerine ayçiçekleri serpiştirilmiş emektar minderinden sağına doğru uzanıp elindeki Koca Oğlan'ın kafasıyla Sütlü Nine'yi kendine doğru çekti.


–Aman yavrum yavaş! Belim tutuldu yine, diye sızlandı Sütlü Nine.

–Tamam ninem, tamam. Seni şöyle düz zemine yatıralım o zaman, dedi.

Önündeki laminanta sırtüstü koydu nineyi. Sonra yeşil, kadife şalvarının bilek lastiklerinin gevşekliğini kontrol etti. Sarılı, turunculu işlemeli eteğinin üç eteğini düzeltti. Kırmızı fesinin üzerindeki çekisinin ve iki sıra altın dizisinin tozlarını üfledi. Koca Oğlan'ı da ninenin yanına koydu.


–Haydi siz dinlenin. Yarın gün doğmadan Sütlü Nine ineklerinin sütlerini sağacak. Sen de sütleri bakkal Zülfikar'a taşıyacaksın Koca Oğlum, dedi.


İçinden tekrarladı son kelimeyi, "Oğlum, oğlum, oğlum..."

Her tekrarlayışı göğsüne ince bir bıçak olup battı kuklacının, bıraktı oracıkta yaralarını.

Çuval bezinden yapılmış büyükçe torbasına uzandı oturduğu yerden yine. Elini içine soktu torbanın.


–Zülfikar nerdesin bakayım, dedi.

Dört saniyelik bir karıştırmanın ardından bakkal çıktı torbadan.

–Ah Zülfikar ah, erken kapatmışsın bugün yine dükkanı!

–Hava buz gibi Ayvaz Abi. Zaten müşteri yok. Gelen giden hiç olmuyor bu havada. Artık herkes iş çıkışı market zincirlerden birine uğrayıp sıcacık alışverişlerini yapıp evlerine gidiyorlar. İşte gündüzleri bir organik süt, bir de çok gezmiş tavuk yumurtası arayan sayılı müşteriler var. Onlar da üç beş rafımıza göz ucuyla bile bakmadan isimleri yazılmış plastik, pet şişelerini alıp gidiyorlar. Bazı titizler "Cam şişeye koyulacak," diyor Ayvaz Abi. Ben de Koca Oğlan'ın plastiklerde getirdiği sütlerden, titizlerin gelecekleri vakte yakın cam şişeye aktarıveriyorum. İşte böyle, akşamları gelen giden yok. Şenay da kızıyor, "İnleri cinleri mi bekliyordun?" diye.


Bırakıyor Zülfikar'ı yere Ayvaz. Torbadan Şenay'ı alıyor. Pembe pembe yanakları, çıkık elmacık kemikleri ve gülümseyen yüzüyle çıkıyor eline Şenay. Elleri üşümüş. Zülfikar'ın bakkaldan getirdiği sefer taslarını yıkamış belli ki. Çocukları yatıracak Şenay. Sonra da televizyondaki dizisine yetişecek. "Bırakalım Şenay'ı şöyle kendi haline," diyor Ayvaz.


Çocuksuz kukla oyunu olmaz tabii. Çocuk sesi lazım her sanata. Çocukça bir dokunuş lazım, zıplayış lazım, kıkırdayış lazım. Kuma bırakılınca anında o kumları avuçlayıp kafasından aşağı döken çocuğun mutluluğunun yansıması lazım sanattan. Öylece büyüklere bırakılıvermez hiçbir şey. Büyükler çoğu şeyi berbat eder zaten. O kumları da ciddiye alarak uzaklaştırırlar yaşama sanatlarından. Tenlerini o küçük taneciklerin okşamasına izin vermezler. Ayvaz bunları geçirirken içinden, göğsündeki bıçak yaralarının sızısını hissetti yeniden.


–Keşke diğer insanları da şu kuklalar gibi konuşturabilseydim Kazım'ım. Keşke senin yerine de konuşabilseydim. Cümlelerini değiştirebilseydim oğlum. Sen on altı yılda nasıl oldu da o cümleleri düşünüp tamamladın oğlum?Sen nasıl o noktayı koydun, nasıl kendinden emin oldun? Benim 45 yaşında hâlâ, senden sonra da hâlâ cümlelerim yarım. Haydi düşündün, doğru bu dedin de, niye zeytin ağacı ulan? Ölümsüz ağaçla ölüme mi gidilir? O yaşlandıkça gövdesinden taze yumrular çıkaran kutsal ağaçla gidilir mi? Zeytin hayat demekti oğlum. Zeytin dayanıklılık demekti. Ama sen değil hayatımızdan, soframızdan, lügatimizden çıkardın bu ağaçların kraliçesini be oğlum. Sen mi kazandın şimdi, hayat mı yenildi?Ölümden korkmak mı yenilgi, hayattan korkmak mı? Hangisi? Yirmi bir gün sonra 46 olacağım ve ben karar veremedim hangisi? Annen artık bir zeytin ağacı bahçemizde oğlum. Dalında sen varmışsın diye, incinme diye hiç kıpırdamıyor. Annen ağaç oldu, köküne gömdük seni Kazım.


Tüm kuklalar Ayvaz'a bakıyordu hüzünle.

–Çocuksuz olmaz sahne tabii, dedi Ayvaz.

Çuvalına elini daldırdı son kez. Ayşe ve Ömer'i çıkardı. Kucakladı, yavaşça göğsüne bastırdı onları önce. Sonra Şenay'ın kucağına koydu, uyutsun da büyütsün diye. Şenay gözünde iki damla yaş, çocuklarını sarmaladı.