İsmi ve yüzü olanlar kindar bir hatıraya dönüştüğünde, radyolar kapandığında, kepenkler indirildiğinde, geriye sadece bu yalan kalır.

Rastlantısallığı dışarıda bırakıp girdim buraya, bunu biliyorum.


“-Proust’un uzun cümlelerinin modası geçti.

+Sus be adam!”


Teorik duruşlar sergileyenlere tepki olarak haftanın beş günü insanoğlundan nefret etmeye karar verdim.


Acılar ve travmalar ve vazgeçişler ve pes edişler ve kayıplar ve kandırmacalar ve kefenine çengelli iğneler ve diğerleri;

Unutmayı bir din, susmayı ibadet edindim.

En zekice hareket, başın sıkışınca en yakın klişe yalana başvurmaktır ama ben bunu yapmadım.


Sahi, hem dürüst hem de mutlu olmak mümkün mü?

Ya da sadakat, yanında kazandığım bir özgürlük mü?


Abartının şiddetsiz estetiği…

George Ritzer’a göre bu “gerçek olmayan bir kusursuzluk.”


-Cennetim yok benim.


Biliyor musun? Bugün gözlerimin yaş günü.

Yeşilin siyaha direnişini izledim iki sene ve işlemeyen bir tren istasyonunun her kuytusu da yeşile dahil.


Hâlâ küfür etmemek mümkün.


Birlikte yürünen beşbinüçyüzkırksekiz metre yol.


Kulaklarımda dilimin fren sesleri.


Seni sevmeler medeniyetinin son demleri.


Pi sayısı 3,14 iken, pi’yi 3 almak adaletsizlik değil mi sence de?