Kürd Mona Lisa “Keça Kafroş”’un hikayesi
Keça Kafroş, 1920’lerde Hewlêr-Erbil yakınlarındaki Koya bölgesine göç eden Kürd Şikak Aşiretine mensup bir ailenin kızıdır. Asıl adı Xetîca olan Keça Kafroş o zaman henüz on dört yaşındadır. Daha öncesinde Kermanşah’da ikamet etmiş, ancak anneleri ölünce kendisinden beş yaş küçük erkek kardeşi ve babası ile birlikte Koya’ya gelip yerleşmişler. Gelip yerleştikleri Koya’da baba bir saman dükkanı açarak oğlu ile birlikte saman satmaya başlar. Keça Kafroş ise ev işleri ile uğraşıp öğlenleri babası ve kardeşinin işlettikleri saman dükkanını ziyaret ederek onlara her gün öğlen yemeği götürür. Zamanla büyüyen ve gelişen Keça Kafroş’un zaten bilinen güzelliği artık dillere destan bir hale bürünmüş ve herkes tarafından konuşulmaktaymış. Kızın gerçek ismini bilmediklerinden tüm Koya halkı ona Kürdçe’de samancının kızı anlamına gelen ‘Keça Kafroş’ diyormuş. (Bazı anlatımlarda ‘Saman satan kız’ anlamında ‘Keçê Kafroş’ diye de geçer).
1928’de Irak, Büyük Britanya işgali ve idaresi altında olduğundan, Koya da dahil her yerde Britanyalı asker ve subaylar bulunmaktadır. Günlerden bir gün yine rutin bir şekilde Keça Kafroş sahip oldukları saman dükkanındaki babası ve kardeşine sefertasında öğlen yemeği götürürken, çarşı içinde devriye gezen İngiliz askerlerden biri olan bir subay, bu güzelliğiyle dillere destan olan kızı görür ve görür görmez aşık olur. Dili tutulur, dizlerinin bağı çözülür ve donup kalarak sadece Keça Kafroş’un önlerinden geçerken herkesin yaptığı gibi baka kalır. Kız çarşının sonunda ara bir sokağa girene kadar subayın da boynu o tarafa dönük olarak, herkes gibi büyük bir hayranlıkla Keça Kafroş’u sessizce o da izler. Kız gözden kaybolduktan sonra İngiliz subay hemen askerlerine kızın kim olduğunu öğrenmeleri için emir verir. Askerler hemen çarşı içindeki esnafa yanlarındaki tercümanları aracılığı ile sorarlar kızın kim olduğunu. Kızın saman satan bir dükkan sahibinin kızı olduğunu ve her gün babasına yemek getirdiğini söylerler askerlere. Aradan günler ve haftalar geçmesine rağmen İngiliz subay Keça Kafroş’u aklından çıkaramadığından, onu ilk kez gördüğü çarşıdaki yere gidip tekrardan görmek ister ve bunu sürekli yaparak kızın her geçişinde onu izler. Artık kararını vermiştir. İngiliz subay Keça Kafroş’a aşık olmuş ve onu kesinlikle babasından istemeyi kafasına koymuştur. İngiliz subayın bu aşkı zaten çarşı ahalisi ve hatta tüm Koya’da bilinip duyulduğundan, zaten hem Keça Kafroş hem de babası durumdan haberdardır. Kendisinde kızı babasından isteme cesareti bulan ve bu kararda emin olduğunu çevresine söyleyen İngiliz subay, kendisine herkesin bunun mümkün olamayacağını söylemelerine rağmen, Koya’nın önde gelenlerinden bir heyet ile Keça Kafroş’u istemek için bir akşam evlerine haber göndererek gelirler. Tütünler sarılır ve içilir, kahveler gelir ve gider, sonunda Koyalı Kürd önde gelenler İngiliz subay ve beraberindeki bazı diğer askerlerle birlikte, konuyu babaya açarlar ve cevabını dilerler. Keça Kafroş’un babası herkes tarafından sevilen, takdir edilen ve saygı duyulan olgun, ancak bir o kadar da Kürd kimliğine ve geleneklerine bağlı biridir. Lafı hiç uzatmadan, kızı ile bu konuyu onlar gelmeden önce konuştuğunu, kendisinin baba olarak böyle bir şeye razı olamayacağını, ancak yine de kızına da düşüncesini sorduğunu belirterek, kızının da Müslüman bir Kürd’ün dışında başkası ile evlenmeyi düşünmediğini İngiliz subay ve onunla gelenlere iletir. Eğer şart Müslüman olmaksa kendisinin Keça Kafroş’a olan aşkından dolayı İslamiet’e geçip, geleneklere göre bir düğün dahi yapıp, kızını mücevherlerle donatacağını dahi eklese de İngiliz subay, samancının olurunu alamaz. Koyalı Kürdler babanın kararına saygı duyduklarını belirterek, misafirperverlikten dolayı samancıya ve ailesine teşekkür ederek oradan ayrılırlar.
İngiliz subay büyük bir hayal kırıklığı yaşamış ve derin bir depresyona düşmüştür. Haftalar ve aylar birbirini kovalar. İngiliz subay Keça Kafroş’a olan aşkı ve özleminden dolayı ondan başka bir şey düşünememektedir. Ne yapıp bir şekilde ona ulaşmalı ve onun kendisi ile evlenmesini sağlamalı diye planlar yapmaktadır. Artık kararını vermiştir. Bu işin başka çaresi ve çözümü yoktur. Keça Kafroş’u kaçıracaktır. Emrindeki bazı askerler ve arkadaşları ile bir gün planladıkları gibi Keça Kafroş’u kaçırıp aynı gün Süleymaniye’ye götürüp daha sonrasında da İngiltere’ye gidecek olan askeri bir uçak ile İngiltere’ye ve sonrasında subayın oradaki evine götürürler.
Büyük bir üzüntü, çaresizlik ve kızgınlık içinde Keça Kafroş’un babası kızını her yerde arar. Her ne kadar İngiliz konsolosluğu ve askeri temsilcileri ile görüşse de, kızını bulamaz ve ona bir türlü ulaşamaz.
Aradan yıllar geçer ve Keça Kafroş’un babasının saman dükkanına bir gün bir İngiliz ressam elinde bir kız tablosu ile gelir. Kendisinin, kızını kaçıran İngiliz subay tarafından gönderildiğini, artık onların evli , zengin ve mutlu olduklarını, yanında getirdiği tabloyu da İngiliz subayın talimatı ile kendisinin yaptığını ve tablodaki kızın da samancının kızı Keça Kafroş’un olduğunu söyler. Büyük şaşkınlık içinde yanındaki oğlu ile birlikte tablonun içinde bulunduğu açan samancı, tablodaki genç bayanın kızı Xetîca olduğunu görür ve hıçkırıklara ve gözyaşlarına boğularak tabloyu öpüp koklamaya başlar. Kucaklamış olduğu tablo ile yerde içi saman ile dolu yer minderinin üzerine oturur ve hem ağlar hem de Kürdçe ağıt yakar.
O günden itibaren bu tablo başka yerel ressamlar tarafından da yapılarak çoğaltılmış ve, kilimlere, battaniyelere, halılara ve duvar halılarına ‘Keça Kafroş kikayesi olarak işlenmiş.
Kaynak:Bitlisname