belirsiz kaçışlarda ne buldum

ortasında tüylerin narince ürperdiği arzuyla

ne anladım suya batırmaktan kelimeleri

nerde kopuyor yanılgıların dillerinin merhabası

ayaklarım, çıplak nefretlere varamayan küllerle bağdaş

gelip giden bir bakış, harcım olmayana boğuyor beni

istanbul sokaklarında ağlamaklı bir teneke savruluşuyla

düşlerimi, sönmüş bir isyana narkoz sanıyorum

oysa yaşamak, kır idamlarıyla ödüllendiriyor düşleri


sahte hüzün tapınaklarında tanrıçalar hep benim suretim

ben bu kadar değilim

pencere önünde, erken ölüm bekçisi bir ergen kadarım

fırtınası kadarım yanılgıların solukta

kuş izlerinin merhabası kadarım

karıncalı ellerin karıncası

gelip gidenlerin, yalnızca gitmesi

ne kadar yükselirsem

o kadar çabuk yıkılan bir şey kadarım


yazgım, kirli evrende

yörüngene muhtaç kötücül bir kıskançlığın

üstünde tepiniyor

ha öldü

ha ölecek diyorum

yeni bir şiirle, bileniyor dişler

bana, sana, evrene, yazgıya

dilimde, hep sahtedir alışmak şarkıları uzaklığın

dilimin de merhabaları ayrışıyor, dizlerimi çürüterek


biz şimdi ne desek yalan, ne etsek yalan

istanbul bile çözemedi bu düğümü

üç kuruşa satsalar almam bu gece istanbul’u

senin ağzının kenarında karanfil kokusu

ben ipi kopmuş bir bulunmak korkusuyla apaçık

şehirlerde çocukların bile gözlerine perdeyim apansız

pencere önünde, erken ölüm bekçisi bir öpüş gibiyim.