Elindeki tahtadan oyma küçük kuşu havuza daldırdı, daireler çizdi. Rengarenk parıldadılar. Su, ilahi güzelliğine minnettar gibiydi. Altın buklelerini atarak başını sola çevirdi. “N’olur bir şeyler yapsan?” Dakikalardır süren sessizliği böyle bozulmuştu. Mahzun, yalnız, görkemli sessizliği.

“Bu onlar için bir armağan değil, biliyorsun. Bizimki gibi bir hayata uygun ruhları yok.” Z’nin sesinde her zamanki haşmetinden eser yoktu. “Ölüm de hayat gibi huzur veriyor onlara.” Gözlerini devirdi çocuk.

“Nereden bileceksin ki? Biri gider, biri gelir. Hangi ölüm, senin hayatından ne götürebilir ki yüce Z?” Mercan bakışlarını gri ihtiyar gözlere mıhladı. “Sen sebep olursun, biz yitiririz.” Tekrar havuza odaklandı. Gözlerini sıkı sıkı yumdu. Z gidip yanına oturdu.

“Böyle olmasını istemedim, gerçekten.” Yüzünü kavradı. Kaçacak gücü yoktu artık A’nın. “Bazen tüm evren avuçlarının arasında da olsa uzanıp tutamıyorsun. Kimse kadere karşı koyamaz A. Ben bile.” Başını salladı. “Yine de bundan başka yapmamı isteyeceğin her ne varsa, sadece söylemen yeterli. Sen benim soyumsun, yitirdiklerini geri getiremesem de yıldızları avuçlarına dökerim istersen.” Elinin tersiyle sildi gözyaşlarını A. Serin sabah meltemleri gibi kısacık bir nefes verdi.

“Yemin ederim sadece benimle ilgili değil. Beni mahveden bu düzen. Doğuyor, zar zor yaşıyor, bir anda tükeniveriyorlar. Onlarla ilgili her şey de bedenleriyle birlikte yedi kat toprağın altına gömülüyor. Gidenleri hakkıyla hatırlamaları imkansız. Bizim için bile imkansız.” Mahzun mahzun baktı elindeki hatıraya. “Sürekli yok olma tehlikesiyle burun burunalar. Oysa unutuyorlar ki aslında, her an, biraz daha yok olmaktalar.” Gözleri ve yüzü alev alevdi yine. Z bütün gücüyle anlamaya çalıştı.

“Tek istediğim, bu yok oluşun bir son bulması. Ölümü yok etmen şart değil ama.. Bir başka yol bulunabilir. Belki bir anıt… Göçen her ruhtan bir parça koyarız içine. Ya da belki göçenlere bir günlüğüne geri dönme hakkı veririz.” Çocuk gibi heyecanlandı, çocuk gibi duruldu. “Ne bileyim, geride bıraktıklarını özleyenler için.” Beyaz zeminde kül rengi bir yansıma belirdi. Kabardı, uzadı, bir karga biçimini alıverdi. Z’ye dikti gözlerini. Kader tanrıçalarının bu tasarılara belli ki itirazı olacaktı. Z tehdidi gördü.

“Ruhlar yer altına aitler, bu dediklerini bu yüzden yapamayız. Ama belki…” A’nın yüzü umutla aydınlandı, kalbi hızlandı. Z uzanıp A’nın bileğini tuttu, iri parmaklarını nabzını hissettiği yerin tam üzerine koydu. Gözlerini kapadı. Bunun üzerine A’nın önce yüzü, ardından boynu, ardından tüm vücudu soldu, bir tatlı açık maviye kesti. Endişe doldu bakışlarına. Z gözlerini açtı, sakinleştirmek ister gibi gülümsedi. Ellerinin arasında belli belirsiz kızıl bir hale tutuyordu şimdi. Serçe parmağıyla A’nın yeni kurumuş gözyaşlarından biraz aldı, omzuna düşmüş altın tellerden birini tuttu, hale parladıkça parladı. A’nın meraklı bakışları arasında sıkı sıkı tuttuğu tahta kuşa uzattı elini, aldı, yere koydu, haleyi üzerine kondurdu. Oyuncak önce alev aldı, biraz korktu A. Alevlerin arasından mağrur bir baş belirdi, iki kanat, bir kuyruk ve iki ayak. Doğruldu alev kuşu, gözlerini A’nınkilere dikti. 

“Kızıllığı canından, sarısı saçlarından, yüreği kederinden, kanatları ise hasretinden.” A hayretle dinliyordu. “Seninle birlikte var olacak, dünyanın her yerini dolaşacak, her şeyi öğrenecek, bilecek, hatırlayacak. Sen de bu bilgilerin tümüne sahip olacaksın. Ne zaman, kim isterse bahşedebilirsin.” Bakışlarından bir bulut geçti. “Yok olsalar da unutulmayacaklar. Umarım bu acılarını bir miktar da olsa hafifletir.” A hüzünle gülümsedi, merakla sordu. 

“Peki ya o da ölürse?” 

“Endişelenme.” Kalbine dokundu A’nın. “Sen onları buranda hissettikçe ölse de küllerinden yeniden doğacak.” Aldı avuçlarına koydu. “Hadi uçur onu.” A hevesle kalktı. Bulutlarla örtülü kıyıya yürüdü.

“Hadi uç!” diye bağırdı. “Tüm kayıpları getir bana. Kahramanları getir, savaş esirlerini, vebadan ölenleri, yetimleri, dulları… Tüm annesiz çocukları getir bana.” Annesinin anımsayabildiği tek sözünü haykırdı gökyüzüne. “Uçtu, uçtu, kuş uçtu.”