Uzun zamandır bir şeylerin peşinden koşuyordum. Ne için koşturduğumu bilmeden sadece hızlı adımlar atıyordum. Birtakım amaçlar edinmiştim kendime; uğrunda çabaladığım, enerjimi, günlerimi ve hayallerimi harcadığım… Koşarken çokça kez düştüm, hüsrana uğradım ve hatta ulaşmak istediğim hedeflerin yanından dahi geçemedim. Pes ettim, hayal kırıklığına uğradım, sonunda kendimi yetersiz hissettim. Kendi başarısızlığım dedim, gün geldi bazı noktalarda eksiğim dedim. Ve evet. Eksiğim! Eksiğiz! Hayatın, bir tamamlanma (ya da değil) yeri olduğunu unutacak kadar eksiğiz.


Ve ben anladım. Anladım ki, uğrunda çabaladığım hiçbir şey benim isteklerim değil; benden istenilenler, bizden istenilenler. Ve biz, ayağımızda bu zincirlerle yaşıyoruz; bu zincirlerle hayal kuruyoruz ve bu zincirlere bağlı bir hayat sürüyoruz. Bazen de bu işimize gelir, bize kolay yoldan "başardım" duygusunu tatmayı sağlar. Ne iyi aslında değil mi? Ben ne istiyorum diye sorgulamakla uğraşmıyoruz, neyi nasıl yapmam gerekiyor diye merak edip peşine düşmüyoruz. Yani bizi ekstra uğraştan ve kendi irademizle harekete geçmemizi gerektiren her şeyden koruyor. İşte ben de bu zincirlerle yaşıyordum. Hatta hala daha tam olarak kopabildiğimi söyleyemem. Ama mücadele ediyorum, yalnız kalma uğruna (Hoş, bundan şikayetçi değilim.), zorlanma uğruna ve bazı şeylerden mahrum kalma uğruna…


Bir an oldu ve dönüp sordum kendime, “Bütün bunlar ne için?” diye. Kendime dürüst olmayı seçtim ve yaşadığım hayatın benim olmadığını gördüm: Aldığım kararlar, davranışlarım, hayallerim, kendimden beklentilerim, planlarım ve cümlelerim; hepsi bir başkasına aitti. Zihnimde başkasına ait odalar vardı da bir kendime ait oda bulamamıştım sanki. O odalardan hiç tanımadığım insanların seslerini duyuyordum, bazen benim sesimin dahi yerini alıyorlardı. Ve biliyorum, biliyorum ki hepimiz de bu sesler yankılanıyor. Hepimiz bir başkasının sesiyle konuşuyoruz çoğu kez ve sonunda kendi sesimize sağırlaşıyoruz.


Öyle bir toplumdayız ki herkes bir başkasından kendi istediği şekilde yaşamasını bekliyor; kendi belirledikleri "başarı kriterlerine" uyulmasını bekliyor. Ellerinde bir liste var ve her yaş için "yapılması gerekenler" belirlenmiş. Ve siz daha doğar doğmaz bu listedekileri gerçekleştirmekle mesul tutuluyorsunuz. Yapamadığınız her bir şey için de "geç kalmış" hissediyorsunuz. "Tüm bunlar ne için?" sorusunun yanıtını kendime verebildiğimi düşünüyorum. Aslında cevap çok basit: Kendimi yeterli hissedebilmek için. Cevabın içinde dahi "eksiklik" saklı. Yani bunu biliyoruz ama kabul edemiyoruz, bunu giderebilmek için ise bize sunulmuş bu yollara giriyoruz. İmdadımıza yetişiyor gibi bir şey. Artık anlıyorum, girdiğimiz bu yolun yanlış olduğunu; yanlış şeylerle tamamlanmayı beklediğimizi…

Hayat, ancak yaşanılarak anlamlandırılabilecek bir şey. Ve bu anlam, ancak kendi seçimlerimizle, kendi eylemlerimizin sonuçlarına katlanarak edinilebilir. En derinlerimden inanıyorum ki her şey için muhakkak bir zaman var ve siz ne kadar acele ederseniz edin, ne kadar zorlarsanız zorlayın zamanı gelmedikçe hiçbir şey gerçekleşmez. Sanıyorum ki bunu kabul edebilmek, hayatımızda olan biten pek çok şeye bakışımızı değiştirecektir.

Kendi yolumuzu bulabilmek ve kendi sesimize kulak verebilmek ümidiyle.