Ruhunu sökerken donmuş gözyaşlarında,

Ayaklarını kanatırken kör bekleyişlerinde,

İliklerine kadar balçığa bulanmış rüyalarında,

Yani Kusmuk Kız, bütün idealize formlarında...

Anlatabilseydim demeyeceğim.

Demeyeceğim, zamanı göğsüne sapla.

Artık her cümlemin demeyeceğim ile başlayacağı rahatlığıyla.

Ağlama, yollar koşan tayların girdabında.

Yakma, uzakları süpüren saçlarını esmer travmalarında.

Düşürme gölgeni, kıymetine şifacı adayanlara.

Kırma, ceylan ürkekliğini taşıyan tüy sıklet kalbine tuz kırıntıları.

Kıyma, incitmeden toprağa dokunan parmaklarına yakılacak kınalara.

Kızma, hayallerinin izdüşümüne astığın duvağın kırmızısına.

Yıkma, nefes ve karanlık arasına kurguladığın mavi dünyanı.

Kesme, bileklerinle ördüğün hayat salıncağını.

Kusma, ritimlerinden Jüpiteri bile mahrum bırakan Kerim Çaplı gibi.

Ya da kus, varlığına paslı zincirleri sarmalayan duvarlara.

Yıkabilirsen kus.

Ne yaparsan yap, ama teşekkür etme bana.

Söz, küsmeyeceğim sağır aklına.

Çünkü bilmediğini bilmekle meşgulüm.

Çünkü duysan da anlamayacağına kefilim.

Oysa Kusmuk Kız,

Paralel bir evrende dahi olsaydın, dokunabilirdin sesime.

Her neyse.

Senin suçun olmadığını öğrenebilsen yeterdi.

Öğrenebilirdin ama öğretilemezdin.

Şimdi lütfen, kar desenli çarşaflarıma kusmadan çek kapımı.

Yolun kederine şahit olsun.