Bak, yine gece oldu şimdi. Yine kendimi karanlığın kollarına attım. Nasıl denk geldi bilmiyorum. Belki rastlantıdır belki de kalbim yine aynı duyguların altında ezildiğini hissettiği için kendimi burada bulmuşumdur. Hem biliyor musun, kulağımda yine o şarkı var. Hani içimi yakıp kavuran, yürek inleten o şarkı... “Dil disoje” diyor zaten şarkı; yani “yürek sızlıyor.” Yürek yine kendini konuşturuyor, bana ise sadece susmak kalıyor. O içinden ne geliyorsa haykırıyor. Ben lâl oldum, dilimin ucuna gelen kelimeleri artık düzgün söyleyemem. Yürek söylüyor benim yerime. Öyle hızlı atıyor ki, ah bir görsen! Göğsümden dışarı atmak istiyor kendini, bir uçurumdan atlamak istercesine. Ben, ölen bir kuşun kanadındayım şimdi. Kırık, işe yaramaz bir hâlde, kir pas içindeyim. Öylece yolun kenarındayım. Yanımdan gelip geçenler tiksinerek bakıyorlar bana. O kadar itip kakıyorlar ki beni! Ölü olmak bile dindirmiyor içlerindeki nefreti. Ben artık uçamam. Kanatlarımı istediğim gibi çırpıp istediğim yere gidemem. Kaçamam da. O kadar yorgunum ki hem. Yolun sonuna gelmiş olduğumu bilmek bile dinlendirmiyor beni. Ne olur yatır beni dizlerine. Okşa son kez kırılan kanatlarımı. Ve beni göm, son kez. Daha fazla katlanamam artık insanların tiksinti yeşerttiği bakışlarına. Ne olur, beni göm ve unut.