Eskimiş diyeceği yılları vardı çünkü bugünden itibaren çeyrek asır yaşamış olacaktı. Okumayı ve yazmayı daha önceleri öğrenmiş olsa da ilk okuduğu ve yazdığı yılı çok sonraları olarak kabul ediyordu. Henüz ortaokula giden bir çocuktu. O dönemlerde büyüdüğünde evleneceğini hayal ettiği bir kız vardı. Toprak ve taşlarla küçük bir mahalle kurarak orada oyuncak arabasını gezdirmek istiyordu. Mahalleyi yapamadığı için dağ başında bir yol yapmaya çalışmıştı ama ondan da çabuk vazgeçmişti. Toprağı eliyle düzledi ve yeni yapı yapması beklenilirken hayalindeki kızın ismini toprağa yazdı. Okurken gözleri parlasa da kimseler görmeden eliyle tekrar toprağı düzeltti. Birkaç kez daha etrafını kontrol ettikten sonra aynı şeyi yapmıştı. Sanki ilk defa yazan ve yazdığını okuyan birisi gibi heyecanlanıyordu. Birkaç yıl boyunca her fırsatta bunu yapıyordu. Kış aylarında da karın üzerine yapardı. Elleri üşümek yerine o an sanki ısınıyordu. En azından kendisi öyle hissediyordu.


Mutlu olmak için onu görmesi yetiyordu. Uzun bir süre boyunca çok az aralıklarla görmüştü. Liseye başladığı ilk gün hayali, canlı kanlı bir şekilde karşısındaydı. O gün çok yakındılar birbirlerine ama uzaktan. Tek kelime bile konuşmamışlardı. İlk defa onu gördüğü bir zaman dilimi içerisinde bu kadar mutsuz olmuştu. Kız, önceki yıllarda oyun oynarken düşürüldüğü için biraz kinliydi. Bizimki ise oyunu, düşürdüğünü çoktan unutmuştu. İçindeki duyguları söyleyemeyeceği için utanıyor ve konuşamıyordu. O günden sonra onun ismini toprağa yazmayı bırakmıştı. Bundan sonra yazmayı bırakın adını ağzına bile almayacaktı. Kendisiyle konuşmadığı için aklınca küsüyordu. Aslında bunları kendisine bahane ediyordu. Ona duygularını hiçbir zaman ifade edemeyeceğini ve onun hakkında kurduğu hayallerinin hiçbir zaman gerçek olmayacağına inanmıştı. Vazgeçmişti, sadece kendisinin bildiği büyük sevdasından.


İç sesi onun adını söylemekten bıkmasa da o hiçbir şekilde adını yazmamakta ısrarcıydı. Lise yıllarında onun adını yazmasa da canı sıkıldıkça kısaca bir şeyler yazar ve karalardı. Bazen yazmak yerine çizerdi. Üstündeki yüklerini atmak için bir şekilde kalemini de bu atışa ortak ediyordu. Henüz on cümleyi zor toparlıyor olsa da bir kitabım olsa diye hayaller kurmaktan da vazgeçmiyordu. Tıpkı önceki hayali gibi gün gelince bu hayalinden de vazgeçecekti.


Nasıl gerçekleştiğine hiçbir zaman anlam veremese de lisenin sonuna yaklaştığında bir yaz günü yüz yüze olmasa da daha önceden vazgeçtiği kızla konuşma fırsatını bulmuştu. Tekrardan adını yazmaya başlamıştı ve artık yazdıktan sonra da silmiyordu. İlk mesajını atacağı esnada o kadar çok yazıp silmişti ki bütün hakkını kullanmış gibiydi. Sonunda inandırması güç de olsa onu sevdiğini itiraf edebilmişti. Hafiflemişti. Yıllarca sakladığı şeyleri artık yakın arkadaşlarına bile anlatıyordu. Herhangi bir beklenti içerisine girmeden sadece bir zamanlar onun hakkında hayaller kurduğunu ve onu sevdiğini “Sadece bilmeni istedim.” diyerek söylemişti. Onunla kurduğu hayallerin gerçek olacağına inanmıyordu. Her ikisi de bu hayallere ihtimal bile vermiyordu.


Eskileri ve nasıl sevdiğini anlatıyordu sürekli. Birkaç yıl boyunca iletişimleri ara vererek geçse de hiç kesilmemişti. Bizimkisi kâğıtlara on cümleyi birleştiremese de mesajlarında onlarca cümleyi nokta koymadan sıraya dizerdi. Sevdiğini söylese de kız, onun sevgisine inanmamıştı. Bizimkisi de her şeyi bir kenara bırakıp sadece inandırmak istiyordu. İnanmaması sevgisine yapılmış bir saygısızlık gibi zoruna gidiyordu. Yıllar böyle geçerken hâlâ sevgisine inanılmadığını düşündüğü esnada aslında kendisinin de sevildiğini öğrendiği bir mesaj almıştı. Afallamıştı. Sadece “Tamam.” diyebilmişti.


Bizimkisi doğum gününde kızın paylaştığı bir şarkıyla hüzünlenmişti. İkisi de birbirini seviyor ama bir adım dahi atamıyorlardı. Doğum günü öyle uzaktan geçmişti. İkisi de birbirinin yanında olamadığı için üzgündü. Bunu ikisi de dile getirmemişti. Kız ise yıllar sonra açtığı defterine bugünün mutluluk yerine hüzünlerini yazmıştı. Bizimkisi on cümleyi bırakın da artık iki cümle bile yazamıyordu. Karışıktı.


Tam bir yıl sonra bizimkinin doğum günü gelmişti. Doğum günlerini, kutlamaları, hediyeleri pek sevmezdi. Bir klişe olarak “Yaşlanmanın neyini kutluyoruz?” derdi. Buna rağmen o gün ilk defa çok heyecanlıydı çünkü hayalleri gerçek olma yolunda ilerlemişti. Bir zamanlar hayalini kurduğu birisi artık sevgilisiydi. O gün aynı şehirde olma imkânları yoktu ama nasıl bir kutlama yapacak diye de içi içini yiyor zaman geçmiyordu. Dile de getirmeyerek sanki hiç umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Gece saat 00.00 olduğunda tahmin ettiği gibi bir mesaj almıştı. Mesaj beklentisine göre kısaydı çünkü artık kendisi yüzlerce cümle kurabiliyordu. Buna morali bozulsa da belli etmemeye çalışmıştı ama duygularını saklamakta zorluklar çektiği için de anlaşılmıştı. Gün içerisinde bir sürprizle karşılaştı. Bir hediye paketinin içerisinde o zamanlar ilk fırsatta almak istediği kitabı görmüştü. En güzel doğum günü hediyesi olduğunu söylüyordu. Kitabı yıllar geçse de okumayacaktı. Kitabı her açtığında içindeki notlara bakar kitabı okuyamazdı. Aslında kitap, içindeki notlar, sürpriz ve mesaj hiçbirisi önemli değildi. Bunu daha sonra fark etse de en güzel doğum günü hediyesi sevdiği kişinin varlığıydı.


Bir yıl sonra sevdiğinin varlığının kıymetini daha iyi anlamıştı. Sevgili değillerdi ve doğum gününü kutlamak bile istemiyordu. Bir önceki yılı doğum gününün zirvesi olarak kabul ediyordu. Çok uzun cümleler kurmaya başlamıştı. Bu cümleleri kâğıtlara kurardı ama okumadan yakmayı tercih ediyordu. Kurtulduğunu zannediyordu. Hayallerinin hepsine çok uzaktı. Peşinden bile gidemeyecek kadar uzaktı.


Sonraki yıla kadar birçok şey yazıp yakmıştı. Bir gün yazdığını yakmadan önce arkadaşı elinden çekip almıştı. Utanmıştı. Kötü yazdığını düşündüğü için rezil olurum diye korkuyordu. Arkadaşı ise vazgeçmemiş ve yazdıklarını okumuştu. Hem de sesli bir şekilde okuyordu. Yüksek sesle başlasa da yavaşça sesi kısılmış ve gözleri dolmuştu ikisinin de. O günden sonra demek ki güzel yazmışım diye düşünerek o yazısını ve bazı yazılarını saklamıştı. Doğum günü geldiğinde ise bir deftere yazmaya başlamıştı. Sadece onu yazmak istiyordu. Doğum gününde yine onu beklemişti ama o yine yoktu. O an hislerini deftere yazmıştı. Hatta ilk şiirini de o deftere o gece yazmıştı. Sonraları bu şiir olmaz dese de ilk şiiri ona yazılmıştı. Bundan sonra tamamen onu bu deftere anlatacaktı. O gün doğum gününün kutlanmasını çok istemişti. Çok ihtiyacı vardı. Gözünü de karartarak resmen doğum gününü kutlamasını istemişti sevdiğinden. Belki kutlayacaktı ama o gün işler tersine gidiyordu. Doğum günü yerine ölüm günü gibi bir şey olmuştu. O günden sonra hiç kutlamak da istememişti. Zaten doğum günlerini sadece o olduğunda seviyordu.


Sonraki yıl doğum gününde yine defterine onu yazarak geçirmiş. Gün boyunca kafasını dışarıya çıkarmadan odasına hapsolmuştu. Sadece yazıyordu.


Doğum gününden sonra yaz döneminde bir arkadaşıyla düzenli yürüyüşler yapıyorlardı. Bir gün defteri dışında yazdıklarını toplamış yürüyüş yaptıkları yolun kenarında yakmıştı. Arkadaşı dayanamamış içlerinden birisini zor da olsa alıp okumuştu. Israrla yazdıklarını yakmamasını tavsiye ediyordu. Üzerine giderse daha çok güzel şeyler yazacağından bahsediyordu. Çok geçmeden bir siteyle tanışmıştı. Arkadaşının da cesaretiyle yazdığı şeyleri orada paylaşmaya karar verdi. Birkaç paylaşımından sonra bir öykü yazmıştı. Öyküde sevdiği kızdan bahsediyordu. Toprağa, mesaja ve daha sonra kâğıda ismi yazılan kişi şimdilerde isimsiz bir şekilde öykülerin konusu olmuştu.


Sonraki yıl kendi başına yine yazarak geçirdi doğum gününü. Yine bekledi. Kimse gelmedi. Yazmaya devam etti.


Bir sonraki yıl daha da çok yazmaya başlamıştı. Yine bekleyecek ve yine kimse gelmeyecekti doğum gününde. Tanıştığı sitede paylaşmak için bir şeyler yazmak istedi. Bu Bi’ Sanat, sonradan tanıyabildiği bir ailesi gibiydi. Yazdıkça yazmasını sağlayan ve bir okul gibi yazmasına yardımcı olan kocaman bir aileydi. Bu Bi’ Sanat ailesi aldığı en büyük hediyeydi. En güzel hediyem olarak kabul ettiği kitabı da karşısına alarak bir öyküyle her şeye ve herkese teşekkür etmek istiyordu. Yazdığı öykü de kendi kendine vermiş olduğu ilk hediyesi olacaktı. Yazmaya başladığı her öykünün başında yeni birisi olarak doğduğunu ve biten her öykünün sonunda yeni bir öykü için yeniden doğduğunu düşünüyordu. Adını yazamasa da toprağın üzerinde başlayan yazma hikâyesini anlatmaya başladı. Binlerce kelime, yüzlerce cümle yazsa da yine de hâlâ onun ismini en güzel şekilde yazabiliyordu. Onu da gönlüne kazımıştı zaten.




Bu Bi’ Sanat ekibine, Bu Bi’ Sanat ailesine, yazmayı bırakma diyen can dostuma, yazdıklarımın taslaklarını okuyarak zamanını ayıran dostlarıma ve toprakta adı olmasa da yokluğuyla bile ilham verene sonsuz teşekkürler. İyi ki sizler…