1- Norveçli yazar Erlend Loe tarafından kaleme alınan “Doppler,” üç kitaptan oluşan serinin ilk kitabı. Diğer iki kitap ise sırasıyla “Volvo Kamyonlar” & “Bildiğimiz Dünyanın Sonu”

2- Yapı Kredi Yayınları tarafından 2016 yılında ilk baskısı yapılan Doppler ile birlikte serinin diğer romanlarının çevirisi ise Dilek Başak’a ait. Romanın okuyucuyu içine alan akışında çevirmen Dilek Başak’ın katkısı büyük. Doppler’ın hikayesinin sonunda ne olacağını merak ederken, finale ne ara geldiğinizi , kelimeler sizi huzurlu bir yerlere sürüklediği için anlayamamanız pek mümkün. 

3-116 sayfadan oluşan romanın baş kahramanı “Doppler”ın Norveç’te günümüzde pek çok insandan daha konforlu bir yaşama sahip olduğu halde babasını kaybetmesinden sonra yaşamını değiştiren olay ve sonrasında gelişenlere tanık oluyoruz.

4- İki çocuklu aile babası olan Andreas Doppler, güzel bir ev ve işe rağmen mutlu değil. 21. yüzyıl insanının “sahip olursa mutlu olacağına inandığı her şeye sahip” ama hayır, mutlu değil. Yani aslında hepimiz gibi ama tek farkla, o hayatını değiştirmek konusunda çok daha cesur!

5- Bisikletiyle her yıl 400 mil yol kateden Doppler’ın ormanın içinden geçerken düştükten sonra hissettiği huzur, onu kendisi ve yaşamıyla ilgili büyük bir sorgulamaya itecektir. Belki de sıkıcı hayatından kaçma isteği her şeyin önüne geçmiş ve onu kazayla olduğuna inandırsa da sanki bilinç dışı sebep olmuşçasına bisikletten yere düşürmüştür. Bu düşüş bir an olsun durup düşünmesini sağlayarak “gerçek hayatı” deneyimlemesinin başlangıcı ve bir nevi “hayatını istediği gibi yaşayabilecek kadar güçlü biri olması” yolunda bir adım olmuştur. 

6- Herkesin birbirinin kopyası hayatlara sahip olduğu veya olmaya çalıştığı modernleşme ve tüketim toplumunun dayattığı kurallardan sıyrılmayı başararak Norveç’te her şeyi arkasında bırakıp ormanda yaşamaya başlayan Doppler’ın en büyük mutluluklarından birisi ise yalnız olabilmesi ve hoşlanmadığı & iletişim kurmak istemediği insanlardan uzaklaşabilmek. 

Kitaptan alıntı: “…İnsanlardan hoşlanmıyorum. 

Yaptıklarından hoşlanmıyorum. Temsil ettiklerinden hoşlanmıyorum. Söylediklerinden hoşlanmıyorum…”

7- Okuyucuya “mutlu ve huzurlu hissedebilmek için çok fazla şeye sahip olmanın gerekmediğini” anlatırken başkalarından kaçarak yalnız başına yaşamanın yaşadığımız çağda pek de mümkün olmadığını gördüğümüz Doppler, takas yöntemiyle elde ettiği yiyecek ve araçlar için insanlarla iletişim kurmak zorunda kalır. Ama önceki yaşantısından tek farkı rol yapmak zorundaymış gibi değil, kendisi olabildiği ve hiçbir şey için açıklama yapmak zorunda hissetmemesi. 

Kitaptan alıntı : 

“Koca, baba, oğul ve işçiyim. Ev sahibiyim. Ve bir sürü başka şeyim. İnsan çok fazla bir şey."

8- Kendisine bu enteresan ve çoğu kişi tarafından yadırganan yolculuğunda Bongo isimli bir geyik eşlik ediyor. Geyik sembolünün ise tasavvuf ile beraber Doğu & Batı efsanesinde güç hayvanı olmasının dışında, maddi ve manevi anlamda ilahi bir kılavuzu temsil etmesi anlamları ile beraber yenilenme ve yol göstericiliği de sembolize ettiğinden Doppler’ın hikayesindeki önemi sessiz ve uysal bir hayvan olmasının ötesine geçiyor. Zira insanlardan haz etmeyen Andreas için Bongo ona gerçek bir dost oluyor. Öyle ki onu bırakıp gitme düşüncesi bile korkutucu bir şeye benziyor. Kuşkusuz bunda Bongo’nun konuşamamasının da etkisi var.

9- Ormanda yaşamaya başlamadan önceki hayatında arkadaş, dost diye bir kavrama uzak olan kahramanın yolculuğu boyunca ona eşlik eden diğer kahramanlar ise karısı Ibsen, kızı Nora, oğlu Gregus. Ailesi olan bu isimlerin dışında Düsseldorf, Roger ve sağcı adam ise sonradan tanışacağı isimler. 

Her birinin farklı hikayesi olan yan karakterlerin özelliklerini Doppler üzerinden dinlerken onun yalnız kalma isteğinin şiddetini derinden hissediyoruz.

Kitaptan alıntı: “Yalnız doğar, yalnız ölürüz. Buna bir an evvel alışmak lazım. Yalnızlık yapının temeli. Yani taşıyıcı kolonun ta kendisi…”


Doğadan gitgide uzaklaştıkça artan mutsuzluğunun vurgulanması, Gregus’un da izleyemeyince stresten nerdeyse kolunu hissetmediği o ekranda yer alan sonsuz döngüdeki oyunların yerine ormanda nerdeyse zamanı unuttuğu ve zihninin berraklaştığı anlatısı bize insanın doğanın bir parçası olduğu gerçeğini unuttuğumuzu ve yaşamı çekilmez kılanın bizler & seçimlerimiz olduğunu hatırlatıyor. Yaşanan tüm teknolojik gelişmelerle beraber doğadan kopmadan bir yaşam inşaası mümkünken insanın açgözlülüğü nedeniyle kendisiyle beraber dünyayı da yok ettiğini gözler önüne serip , sonra bu yaşamlardan kaçış mücadelesini dinliyoruz. 


Kitaptan alıntı: “ Bu çok, çok kötü bir dünya. Sana kendini savunma fırsatı bile tanımadan iyi niyetini sorguluyorlar” 


Erlend Loe - Doppler 

Yapı Kredi Yayınları, 2016 


Kitapta anlatılan geyik sembolizmi hakkında kaynak için:

kitaphttps://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1269172