Filmin ilk sahnesi Lars’ın dışarıyı izlemesiyle başlar. Karin’in Lars’ın kapısına doğru geldiğine ve o sırada Lars’ın Karin’den saklandığına, daha sonra mecburen kapıyı açtığına şahit oluyoruz. Karin Lars’ı ısrarla kahvaltıya çağırır fakat Lars isteksizdir. Üzerindeki şalı Karin’e verir çünkü hava soğuktur ve Karin’in hastalanmasından endişe duyar. Çünkü Karin hamiledir ve daha sonradan öğreneceğimiz üzere Lars’ın annesi hastalanıp ölmüştür.


Lars bir garajda yalnız yaşamaktadır. Yatağında oturur ve tek başına düşünür, oradan çıkmak istemez. Başkaları ile iletişim kurmayı tehlikeli görür. Fakat Karin onunla iletişim kurmanın yollarını aramaktadır. Karin’in hamileliği onu hassaslaştırmıştır ve Lars için sürekli endişe duymaktadır.


Lars’ın iş arkadaşının keşfettiği plastik seks bebeği satışının yapıldığı bir siteden haberdar olması ile hayatı değişmeye başlar. Özelliklerini kendi istediği gibi ayarladığı bir bebeği sipariş eder ve siparişi tabuta benzer bir kutuda teslim edilir. Lars’ın şişme bebek gelmeden önce kendine özen göstermesi, bu bebeğe ruhsal açıdan bir anlam yüklediğinin ilk göstergesidir. Bianca adlı bebek, Lars için kendi iç dünyasında yaşamış olduğu ruhsal çatışmaları anlatabileceği bir nesnedir. Dış dünya içerisinde yaşadığı kötü olayları, travmaları paylaşabileceği biri vardır artık Lars için. Bianca’nın gelmesiyle Lars, dış dünya ile iletişim kurmaya başlar. Tüm olumsuz ögeler Bianca’ya anlatıldıkça çevre ile ilişkileri rahatlamaya başlayacaktır.


Lars, Karinlere gider ve kız arkadaşının geldiğini, internette tanıştıklarını söyler. Karin ve Gus bu habere çok sevinir ve Lars’ın iyi olduğunu düşünürler. Lars ile Bianca eve gelince psikolojik rahatsızlık belirtisi ortaya çıkar. Kısa bir süreliğine mutlu olan Karin ve Gus şaşkınlıkla birbirlerine bakmaktadırlar. Gus kardeşinin delirdiğini ve onun akıl hastanesine yatması gerektiğini söyler. Fakat Karin Lars’ın psikolojik belirtisine saygı gösterme konusunda daha anlayışlıdır. Daha sonraları bütün kasaba halkı Lars’ın bu durumuna saygı gösterecektir.


İnsanın sadece kendisi ruhsal durumunu belirlemez. Kişi, toplumun bir parçası olarak onlardan etkilenir ve onları etkileme kapasitesine sahiptir. Film içerisinde birey toplum dikotomisi dikkatli bir şekilde ele alınmıştır. Anne ölümü travması ile etkilenen bir ailenin bu durumdan en hasar gören bireyi olarak Lars, Bianca’dan önce garajın içinde kendi içine dönük bir hayat yaşıyordu. Bianca ile ortaya çıkan psikolojik belirti sonrasında süregelen düzen bozulmaya başlar. Lars, aile içinde ve hatta toplumsalın içinde yer almaya başlar. Lars’ın kendi dünyasına kapattığı bütün sorunlar ve dış dünyadan saklayarak kaçtığı her şey Bianca’nın gelmesiyle değişmeye başlar. Onun kaçmaya çalıştığı ailesi ve kasabadaki diğer herkes Lars için ruhsal bir iyileştirme çalışması başlatır. Bu çalışmanın amacı belirtiye yönelik bir terapiyi andırmaktadır.


Lars’ın abisi Gus, Bianca ile karşılaştığındaki ilk şoku atlattıktan sonra kendini sorgulamaya başlar. Lars’ın durumundan kendisini sorumlu tutar ve film boyunca bu durum için üzülür. Belirti ortaya çıktıktan sonra bu belirtinin üstüne gidilmesinin bir sebebi de bu suçluluk duygusu olabilir. Soruna yönelik bir çözüm arayışına girilir ve Lars, Bianca bahanesiyle doktora götürülür. Doktor ise bu psikolojik belirtiye delüzyon demiştir. Burada sanrı, Lars’ın bir şişme bebeğe insan muamelesi yapmasıdır. Doktor profesyonel bir biçimde Lars’a yaklaşmanın yolunu bulmuştur. Bianca’nın hastalığıyla ilgileniyormuş gibi yaparak diğer tarafta Lars ile iletişim kurmuştur. Asıl ilgi odağının kendisi olduğunun farkında olmayan Lars, kendini özgürce ifade edebilmiştir. İlgi ve sevgiden pek hoşlanmayan Lars için doktor ideal yöntemi bulmuştur ve bu sayede doktor ile bireysel çerçevede terapi ortamı sağlanmıştır.


Film içerisinde kadın aktörlerin Lars’a yaklaşımı daha anlayışlıdır. Kadınlar içgüdüsel olarak bu tarz durumlarda erkeklere oranla daha duygusaldırlar. Lars’ın durumunu idare etme, Bianca ile ilgilenme konusunda aile içerisinde Karin, toplumsal düzende ise kadın bireyler göze çarpmaktadır. Karin, Bianca’yı gerçek bir insanmış gibi yıkar, giydirir ve dışarı çıkartır. Kasabalı kadınlar Bianca’nın saçlarını keser, ona bir iş ayarlar ve davete götürürler. Toplum ve aile içerisinde Bianca’ya gerçekmiş gibi davranılması Lars’ın kurduğu bu oyunun ilerlemesinde çok önemlidir. Bianca toplum tarafından kabul görüp dışarıya çıkartılmak istendiğinde Lars, her istediğinde Bianca’nın yanında olmayacağını anlar ve kızmaya başlar. Karin ve komşulardan azar işitince gerçekliği yavaş yavaş kabullenir. Büyümenin bir yolu istediğimiz her şeyin her zaman elimizin altında olmayacağını anlamaktır. Lars aynı yeni büyüyen bir çocuk gibi bunu kabullenir. Bu noktada, toplum ve ailenin katkılarını rahatlıkla görebiliyoruz. Durum bu denli umursanmasaydı, Bianca’ya gerçekmiş gibi davranılmasaydı ve Lars’tan ayrılması sağlanmasaydı Lars bu seviyeye ulaşamazdı. Lars’ın psikolojik açıdan büyümesi ise kendisinin yarattığı durumdan yavaş yavaş çıkmasını sağlayacaktır.


Bianca’yı tarif ederken Lars, onu genellikle kendisine benzer özellikler ile bağdaştırır. Zamanında kendisinde eksik kalan veya yaşayamadığı şeyleri Bianca’ya yaşatarak kendini rahatlatmaktadır. Diğer dikkat çeken şey ise Bianca’nın aynı zamanda annesinin özelliklerini taşımasıdır. O bir kadındır ve hastadır. Cinsellik için tasarlanan bu bebeğe hiçbir zaman o amaçla yanaşmaz. O sadece Lars’ın gelişimini tamamlamasını sağlayan bir nesnedir. Lars geliştikçe Bianca daha çok hastalanacaktır. Gerekli iyileştirme terapisi (toplumsal, ailesel, bireysel) sağlandıkça Lars, erişkinliğin nasıl bir şey olduğunu sorgulamaya başlar. Abisi Gus’a erişkinliğin nasıl bir şey olduğunu sorar. O da sorumluluk almanın ve aldatmamanın gerekliliğini vurgulayarak bir açıklama yapar.


Lars geliştikçe iş yerindeki Margo’ya karşı bakışı değişmeye başlar. Margo’nun hareketlerini gözlemler ve onu erkek arkadaşından kıskanmaya başlar. Filmin başında hiç dikkatini çekmeyen Margo ile oyuncak ayı sayesinde iletişime geçer. Kabloyla boğulan ayıyı kurtarır ve onu hayata geri döndürür. Bu sayede karşı cins ile iletişim kurulmuş olur. Lars ve Margo bowling oynamaya giderler. O akşam bowlingden çıkarken ortada hiçbir şey olmamasına rağmen Margo’ya kendini açıklama ihtiyacı hisseder. Bianca’yı aldatamayacağını, bu yüzden yanlış anlamamasını söyler. Ortada bir şey yokken böyle bir savunmaya geçmesi ise Margo’ya bir şeyler hissettiğinin kanıtıdır. Margo da Lars’ın bu düşüncesine saygı gösterir. Margo, Lars’tan hoşlanmasına rağmen Bianca konusunda hep saygılı davranmıştır. Daha sonra Margo’nun elini sıkar ve bu da Lars’ın film içerisinde ilk kez kendi isteğiyle bir kadına dokunmasıdır. Margo, Lars’ın yaşamında daha anlamlı bir kişi haline geldikçe Bianca ölüme daha çok yaklaşmaktadır. Lars içinde bulunduğu toplumsalın anlayışlı tavırları sayesinde yavaş yavaş sevmekten ve sevilmekten korkmaz hale gelmektedir. Çevresindekiler Lars’ın psikolojik belirtisine tepkisiz veya aşırı tepkili olsalardı gelişme bu çizgide ilerleyemezdi. Çevredekiler Lars’ın oyununa katıldıkça o sanrı dünyasından gerçek dünyaya adım atmaya başlamaktadır. Lars en sonunda Bianca’ya veda öpücüğünü vererek onu öldürür. Cenaze töreninde de toplum onu yalnız bırakmaz ve oyunu sürdürürler. Lars en sonunda gelişimini tamamlayarak Margo ile yaşam yolunu yürümeyi seçer.


Lars’ın yaşadığı psikolojik rahatsızlık, ailesel bir sorundan kaynaklanmaktadır. Rahatsızlığın çözülmesi sürecinde ise aile ve toplumun desteği ön plana çıkmaktadır. Film içerisinde Lars’ın içinde yaşadığı toplum, onun durumunu idare etme konusunda oldukça başarılıdır. Çevrenin kişiye davranışları ile beraber kişide bireysel bir farkındalık meydana gelmektedir. Lars’ın iyileşme sürecinde de toplumsalın katkısı yadsınamaz bir gerçektir. Gerçek hayatta böylesine ahenkli davranan bir toplum tahayyülü oldukça ütopik gelmektedir. İçinde bulunduğumuz toplumda Lars gibi bir karakter muhtemelen ‘’deli’’ olarak etiketlenecek ve toplumdan soyutlanmaya çalışılacaktır. Farklılıklara tahammülü olmayan ve her farklı rengi sindirmeye çalışan bir toplumda ise bu karakter, kendi dünyasına terk edilecek ve iyileşme gibi bir şansı olmayacaktır. Burada unutulmaması gereken şey, bireyin toplum tarafından şekillendiği ve onun toplumu şekillendirdiğidir. Bu karşılıklı etkileşim durumu bireylere hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda bazı sorumluluklar yüklemektedir.