Yıllardır bu mahalledeyim. İnsanların arasında onlara benzemeye çalışarak geçti hayatım. Çok çabaladım bu oyunu oynayabilmek için. Sayfalarca notlar aldım, kurallar yazdım. Hepsini tek tek ezberledim.

Bizim gibilerin yaşamak için bir yer bulması hayli zor diye duymuştum. Ben de bulmuşken tepmeyeyim dedim bu fırsatı. Kendimi geride bırakarak insana benzemeye karar verdim. Üstelik başarılı oldum.

Önce onlar gibi dertli görünmeyi öğrendim. Bu insanlar arasında mühimdir, çok gözlemledim. Uzaklara dalmak, sessiz kalmak elzemdir mesela. Tabii sürekli sessiz ve dalgın olmamaya özen gösteriyorum. Çok somurtan insanlar sevilmiyormuş.

Hepsi not defterimde yazılı. İnsan olabildim ama sevilmeliydim de. Beni gördüklerinde yüzüme bakıp tebessüm etmeleri gerek.

Renkli bir kişiliğe bürünüp bir süre de gülüyor ve şakalar yapıyorum. Gülmenin de bir dozu var tabii, sonra ciddiye almamaya başlıyorlar. Bunları tutturmak çok zor oldu epeyi emek verdim. Ortalama bir insandan daha çok insanımdır mesela. Eğer bir şeye öfkelendiysem bunu başkasından çıkarmam. Bu ortalama bir insan için geçerlidir ve kötüdür de. Dediğim gibi ben ortalamanın üstünde bir insanım, rol yapıyorken bile…


 

I

İnsanlıktan çıktığımda okuma yazma biliyordum. Bu sayede insanken olan hislerimi not aldım. Sonrası gözlemlerim, duyduklarım işte. Coğrafyaya göre insanlar değişiyor bu yüzden pek seyahat etmiyorum. Yeniden bir not defteri tutacak, o coğrafyanın insanlarını tanıyacak kadar uzun bir ömrüm yok. Hayatım sadece bu not defterine yetiyor.

Tabii insanlara yaptığım bu oyun yoruyor beni. Mesela su içerken hep bir tanığım olması gerekiyor, yemek yerken de… Yoksa sen hiç su içmiyor musun, diyerek üzerime gelirler. Şüphe duyarlar ki bunu istemem. Oyunumu eksiksiz oynamalıyım.

Hava çok sıcaktı bugün, pencereyi açıp kavruluyoruz yahu, diye bağırdım. Soğuk olduğunda da üşüdüğümü belli eder, memnuniyetsiz birkaç cümle savururum pencereden. Çünkü insanlık böyle bir şey.

Yakalanacak gibi olduğum zamanlar kekeliyorum yok diyorum. Yok... Elimin üstünü kaşıyorum. Saçımın uçlarını parmağıma doluyorum. Yok diyorum ve iyi diyorum. Anlamsız birkaç cümlenin yeterli olacağından eminim. Gününde değildir, kafası karışık diyorlar. İnsanlar bazen anlayışlı… Bu anlayışlı halleri benim oyunuma gayet güzel bir perde oluyor.

Penceremden mahalleyi izleyebildiğim için güneş doğduğu gibi pencereye koşuyorum. Eğer güneş doğduğunda bir şeyler görmezsem mahalle maçına çağrılmamış bir çocuk gibi kötü hissederim kendimi. Hatırlayabildiğim son hissim bu olduğundan hemen hemen tüm konularda bu örneği veririm. Arada hedefini bulur ama çoğunlukla insanlar pek anlamazlar, aldırış da etmezler. Iskalarım yani onlar fark etmese de. İnsan sanıyorlar beni, çok gülüyorum onlara.


Biraz hava almak için dışarı çıkıyorum. Kahvaltı ihtiyacım yok ama etmiş gibi davranıp binadan çıkarken kapıcıya "Amma da abarttım bugün kahvaltıyı." diyorum. "O son dilimi yemeyecektim." Kapıcı beni geçiştirecek şekilde sırıtıp gidiyor. Onu kandırdığım için aldığım zaferle göğsümü kabartarak mahalleye çıkıyorum.

İçimden burada daha ne kadar bu oyunu oynayabilirim bilmiyorum, diye geçiriyorum… İnsan olmak çok yorucu. Bazen benim gibi olanları bulmaya çalışıyorum. Belli ki onlarda rollerini iyi yapıyorlar, bulamıyorum. İnsanlar arasında fark edilmeden, kendimizi dahi fark etmeden yaşayıp gidiyoruz. Yapayalnız. Bizim gibilere ne deniyordu acaba. Bir ismimiz var mıydı? Keşke kendi dilimiz olsaydı.


Mahalleden uzaklaştığımı fark edip tekrar eve doğru yürüyorum. Ellerim yerini arıyor, nereye koyacağımı bilemediğimden arkamda kavuşturuyorum ellerimi. Çok insan, çok ses var. Biraz aklımı serinletmek isterdim. Serinletmek kelimesini birkaç kere tekrar edip kendi kendime tebessüm ediyorum. Sigaraya başlamıştım insanlara benzemek için, alışkanlık haline gelmiş cebimi yokladım sigarayı bıraktığımı unutup. Beni iradeli sanmalılar. Vay be yılların tiryakisi nasıl bıraktı sigarayı, demeliler. Giderek insanlar gibi hırsa kapılmaya başladım. Hiç hoş şeyler değil bunlar…

Bugün ne yapsam çok sıkılıyorum diyerek günü bitirmişim. Önceki günler gibi. Zaten uyku günün yarısını bitiriyor. Uyumadan yatakta kalmak da çok sıkıcı. İnsanlar hayatlarının yarısını uyuyorlar. Uyanıkken de uyuyanlar var tabii diyerek bir tebessüm atıyorum odamın duvarlarına.


Akşama doğru tekrar dışarı çıkıyorum. Hiçbir şey yok. Rutin mahalle turumdan sonra eve dönüyorum. Binanın önündeki köpekler çok açlar. Bakkaldan 2 ekmek alıyorum. İştahım yerinde bu aralar, imajı vermekten de geri kalmıyorum. Süt falan alıyorum. Evde bir kaba güzelce mama hazırlayıp köpekleri binanın içine çağırıyorum. Yüzüme uzun uzun bakıyorlar. Mama kabını gösterince geliyorlar. Kimse görmeden hemen eve sokmam gerekiyor köpekleri. Hızlıca içeri giriyorum. Köpekler kapı eşiğinde duruyorlar, içeri girmiyorlar. Gelin, diyorum çekinmeyin. İnsanları bir tanısaydınız. Her yere istediklerini gibi girip çıkabileceklerini sanıyorlar. Köpek beslerken bile sosyal tenkitten geri kalmıyorum. Tabii köpekler bu göndermelerimi pek anlamıyor. Gözleri mama kabında. İçeri alıyorum, karınlarını doyuruyorum. Sonra güzel güzel binanın önünde yatıyorlar. Ben de lambaları kapatıp televizyonu ve güneşliği açıyorum. Biri eve baktığında televizyonun ışığını görmesi gerekiyor. İnsan gibi yaşadığımdan emin olmalılar. Acaba televizyonu göstermek için bilerek güneşliği açtığımı düşünürler mi? Kaş yapayım derken göz çıkarabilirim… Bu yüzden televizyonu camın sol tarafına çekiyor ve perdeyi çok az açıyorum. Televizyon ışığının bir kısmı görünecek şekilde. İçim rahatlıyor ve gidip yatağıma uzanıyorum. İnsanlar her gün nasıl uyuyorlar acaba…



Gözlerim kızarık ve altları mosmor. Aynada yüzüme bakıyorum. Uyumadığımı anlayabilirler, felaket… Olmadı bu. Hem uyumadığım için bunların olması garip. Ben insan değilim ki. Yoksa insanlaşıyor muyum? Tıraş olduğumu düşünmeleri için arada yüzüme birkaç tane yara bandı yapıştırıyorum. Her şey gerçekçi olmalı. Not defterime bağlı kalmalıyım. Pazara çıkıp alışveriş yapıyorum. Esnaflar tanıdık. Yüzlerine bakıp tebessüm edince geldi yine bizimki, diyorlar. Başarılı olmamın verdiği keyifle daha çok sırıtıyorum ve "Fasulye iyiymiş, ver iki kilo." diyorum. Mahalleye geçiyorum. Sağa sola birkaç yorgun bakış attıktan sonra poşetleri yere koyup bakkalın önüne oturuyorum. Bu bizim pazarcılar da amma çürükçü, diyorum. Muhabbet açıp dert yanıyorum bakkala. Birkaç kere kadınların aralarında böyle şeyler dediklerini duymuştum. Bakkal evet, diyor. Evet kelimesini birkaç kere daha tekrar edip işim var demeye getiriyor. Sanki anlamıyorum... Herhalde o da fasulyelerden mustarip…

Fasulye, diyorum susuyorum sonra. Yer yer yüksek çıkan sesimi büyük bir sakinlikle fısıltıya çeviriyorum. Kendi kendime konuştuğumu görürlerse maazallah tüm bu çaba suya düşer.



Not defterimi çıkarıyorum.

Bugün insanlar hakkında fark ettiğim yeni şeyi not alıyorum…

Cümleyi nasıl kursam diyerek sağ elimi yumruk yapıp çenemi üzerine koyuyorum. Yolda yürüyen insanlar birbirlerine temas etmiyorlar. Hayır, olmadı bu cümle. Temastan kaçınıyorlar gibiydiler. Hayır, bu da olmaz. Yolda yürüyormuşlar gibilermiş insanlar çarpmayınca. Bu cümle ihlallerle dolu ve saçma oldu. Net ve sade bir cümle olmalı. Hemen ezberlemeliyim.

İnsanlar yolda tanımadıkları insanlarla temas etmemeye gayret ediyorlar. Oldu bu… Hatta bazen özür bile diledikleri oluyor. Kimin özür dileme önceliği taşıdığını anlamıyorum. Bunu öğrenmem gerek. Hemen not defterimi saklıyor ve caddeye çıkıyorum. Gördüğüm ilk kişiye doğru yürüyorum. Yüzüne pek bakmıyor, çok ciddi işlerim var, dalgınım, hissi veriyorum. Adam beni önemsemiyor ama birazdan ona çarpacağım. Adamla omuzlarımız çarpışıyor ve özür diliyorum. Dönüp hayır benim hatamdı ben özür dilerim, diyor. Öncelik kimindi yine anlamıyorum. Ben çarpmıştım ve özür dilemesi gerekenin kendisi olduğunu söylüyor. Bu konu üzerinde sesli düşünmem gerekiyordu, diye tekrar ettim içimden.

Sonra yineledim. Bunu sesli düşünmem gerekiyor.


Birkaç gün evde kalıp mahalle sakinlerine insanlığımı kanıtlamadım. Oyunsuz geçen birkaç gün… Aslında evde kalıp beni biraz mutsuz ve yalnız kalmaya ihtiyacımın olduğunu sanmaları da kanıt olarak sayılabilir. İnsan olmak çok kolay. Alışma süreci biraz zor. Bu çarpışma meselesi kafamı çok kurcalasa da daha sonraya erteledim. Bir süre temastan kaçınacağım renk vermek istemiyorum. Deyimler konusunda ustalaştığımı belli ederek renk vermek deyimini kullandığım bir cümle yazdığımı sizlere de belli ediyorum.


Sabah oluyor. İnsanların uyanmalarını bekledim tüm gece. Artık dışarı çıkma vakti diyerek not defterini okuyup son kontrolleri yapıyorum. Önce mahalleyi şöyle bir turlayıp hava alıyor gibi gösteriyorum kendimi. Bakkala girip su bitmiş diyorum, iki kilo su istiyorum. Adam bana biraz garip bakıyor ve farklı boylarda olan damacanaları göstererek hangisi, diye soruyor. Orta boy olanını seçiyorum. Beni hataya sürüklemeye çalıştı ama kanmadım tabii. Geçen gördüm iki kişi daha orta boy almıştı. Farklı bir boy seçseydim bu hemen anlaşılabilirdi.


Eve çıkıp bir bardak suyu pencerenin önünde içiyorum. Bakkala bardağı elimle gösterip tebessüm ederek "Epeyi tazeymiş." dedim. İç çekerek bakkala tekrar girdi. Malını övüyorum, yaranamıyorum. Komşular da şahit olsun diyerek ses çıkardım. Üst komşum "Yine başladı bağırmalara." diye söylendi. Su içmemden rahatsız olması çok garip. Ama pek umursamıyorum sonuçta su içmeme şahitlik ediyor.


İki gün sonra doğum günümün olduğunu hatırlayıp hazırlık için evden çıkıyorum. İlk olarak anonslu kaset doldurtuyorum. Bana sürpriz yapmışlar gibi göstermeliyim. Beni övüp yeni yaşıma merhaba diyen birkaç cümle… Alkış ve kahkaha sesleri olan kasetleri de unutmuyorum tabii. Sosyal ve sevilen biri olduğumu düşünmeliler. 

Kimsenin gelmeyeceğini bilmeme rağmen adetten diyerek evi temizlemeye başlıyorum. Ertesi gün süslemeler ve balonlar alıp evi bir güzel süslüyorum. Büyük gün geliyor. Sabah erkenden kalkıp güzel bir pasta alıp dolaba koyuyorum. Akşama doğru tüm ışıkları yakıyor, pencereleri açıyorum. Evin süslemeleri gözükmeli ve kayıttaki sesleri komşularım duymalı. Önce alkış sesleri olan kaseti açıyorum. Onlar beni alkışlarken ben pencereye yaklaşıp bağırarak "Çok teşekkür ederim." diyorum. Ekliyorum da… "Ne gerek vardı bu kadar hazırlığa mahcup oldum." Ardından kahkahalar geliyor ve ben de yalandan gülüyorum. Ama kısa tutuyorum tabii. Henüz bu gülme işinde ustalaşamadım. Renk vermek istemem. Bu iki etti…


Sehpaya dilimlediğim pasta tabaklarını koyuyorum. Binanın girişinde iyi bir yer buluyorum sehpaya. Hemen önüne de bir not… "Bugün doğum günüm. Herkes istediği kadar alabilir." Eve dönüyorum ve pencereden pasta alan olacak mı, diye kontrol ediyorum. Çocuklar çoktan yemeye başlamış.

Kendime böyle güzel bir doğum günü hazırladığım için iftihar ediyorum, göğsüm kabarıyor.

Sırada kaset var. Kendime ayırdığım bir dilim pastayı yerken salonda büyük bir kalabalık var gibi hayal ederek kendi yazdığım satırları dinliyorum. Acaba nasıl seslendirdiler…


"Sevgili Lepen... Mahallemizin en sevilen, sayılan insan evladıdır kendisi.

(İnsan evladı cümlesinde ısrarcı davrandım. Fırsatını bulmuşken kullanayım dedim.)

Yardımsever ve cömert kişiliğiyle kendini sevdirdi ve mahallemize renk kattı.

Doğum günün kutlu olsun!

Güzel yazmışım… Duygularım bile var artık.