Şimdi uzaktan uzanan bir çan sesi var. Hayır, tenekeymiş. Sanki kutsal bir melodisi varmış gibi gelmişti. Aptal kafam. Galiba eski bir şarkıyı hatırlamak istediğimden teneke sesini ona benzetmeye çalıştım.

Buraya gelmeden önce kendime yasakladığım bütün şarkıları dinledim. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?


Hayır. Aptal değilim. Neden aptal olayım? Haftada üç kez silinen merdivenler için her seferinde ben su verdim diye mi? Karşı komşum memur. Sabah erkenden çıkar, akşam sarhoş döner. Ya unutuyor ya da üşeniyor kapının önüne su bırakmaya. O sorumsuz insan olmadan ben iyi insan oluyorum. Merdivenci kadın ona içsin diye bir bardak su verdiğim için gözlerime bu niyetle bakıyor. Belki aptal değilim. Ama adi gibi hissediyorum.

Basit bir toplama işlemi, Çin malı saat, tenekeden kolye ya da süs kürdanı. Hemen kırılan, tene değdiği an pas kokan, bir güne vakti duran, sonucuna gerek duyulmadan atlanılan. Sonra düşünüyorum ki-..

Bir su damlası olduğumu. Evet. Üzerine düştüğümün şeklini alıp sonra oradan da azala azala, süzüle süzüle yiten, gitmeden ve kalmadan ortadan kaybolan bir su damlası.


Çok defa düşündüm. Çok defa düşündüm sevgi halsizliğimi. Yaralı bir hayvan gibi ısırdığım ellerden bir hal ve düşünce haritası çıkarmaya çalıştım. Kaldı ki ben hep boşluğu ısırmışım. Aman durun mutfaktan ben getireyim suyu, çarpacağınız boşlukları bilemedim şimdi. Belki bulaşıcıdır bu halim. Kan, kaşık ve boşluklarımızı olabildiğince az değiş tokuş edelim. Yok, ben doğma büyüme vejetatifim. Bıraksanız beni kendi kendime çoğalıp azalabilirim. Yine de, şimdi böyle yazarken gözlerim doldu. Bilmiyorum da, üzüldüğüm bir başkası mı yoksa kendim mi. Canım mı yandı, üşüdüm mü, eksildim mi? Bilmiyorum ki kaç şeye yetemiyorum; kendi çapım kaç metre, kaçıncı kez aynı güneşe sırtımı dönüyorum?


Ellerim çatlamış soğuktan. Her sabah beş buçukta kalkıyorum. Saçlarımı taramadan üzerinden kabaranları suda ağrıyan ellerimle indiriyorum. Ellerime iki üç nefes hohluyorum. Nefesim onlara da yetmiyor. Üzerimi giyerken bedenim et ve kemik bütünü gibi; ağır ve hantal. Bana yabancı. Yine de ben giydiriyorum. Hiç yürümek istemeyen birinin neden ayakkabısı var?

Sabahın köründe tek katlı evler, uluyan köpekler, is kokulu sisin içinde. Yürüyorum. Fenerler, köpekler ve hiçbir şeylikle. Okul yolu. Işıklar cansız. Vernikli ahşap. Elim çatlamış. Orta parmağımın tam büküldüğü yerden, derince. Şimdi biraz sıcak bir odada ince ince kanayıp sızlıyor. Büyük bir yaradan daha iç acıtıcı ve korkunç geliyor.


Ama bu benim anım değildi. Başladığım satırlar sahici ve çözümsüz gelince başka bir şeye saptım. Benim olmayan, benim olmadığım. Ben bile her fırsatta bensizliklere saptım. Bundandır kimseye kızamıyorum. Ne olur ne olmaz diye kimsenin yanında ellerime hohlamıyorum. Hohlamak için derin bir nefese, hatırı sayılır bir boşluğa ihtiyaç var; hem ciğerde hem de dudak ve el arasında kurulan köprüde. Mesela dua ederken. Sen hiç dua ettin mi? Ettiysen ellerini nereye koydun boşlukta? Dudaklarının ne kadar uzağında? Sanki duymaz mıydı tanrı ellerim uzanmasa, dudağım oynamasa? Misal ki halim yok ya da yüzüm? Duramaz mı ellerim ceplerimde bir otobüs durağında, bütün acı ve pişmanlığımla yağmurun altında?


Yorgunum.

Ama öyle korkutucu ki. Eklem ya da kas halsizliği gibi değil. Sanki dil yorgunluğu, kalp yorgunluğu, tin ve kan. Bu sakinliğim hiçbir çaresi olmadığını biliyor olmamdansa? Ne olacak? Sonunda yani? Oysa inanmıştım. Hayır, önce emeklemiş, sonra yürümüş, ondan sonra konuşmayı başarıp yirmi tane A’yı yan yana yazdıktan sonra bir şeylere inanmıştım. Bir şeylere ve başka şeylere. Şimdi galiba, inançsızım. Bunu biliyor gibiyim. En büyük inançsızları yıkılan güçlü bir inanç doğruyor. Adın çok uzun zaman önce o yıkıntının altında kaldı ve ben hatırlamadım.


Seni arıyorum. Bir koltuk kolunda toplu iğne arar gibi. Ve nasıl oluyorsa elime batıyorsun. Böyle olmamalıydı diyorum parmağımda toplanan küçük bir kan kümesine bakarak ve yine hafızamı kaybediyorum. Mutfağa elimi temizlemeye gidip kahve suyu bırakıyor, tezgahın üzerindeki bezi camın önüne asıp çekmeceleri açmaya başlıyorum. Tıpkı anlamı ve amacı unutulmuş ama yapılışı yarım yamalak hatırlanan bir ibadet gibi seni arıyorum. Seni sanmadan. Sonra bir bisküvi bulup aradığım oymuş gibi huzurla kahvemi içiyorum.


Çığlık atasım var.

Ama ciğerlerim sünger gibi. Kendi içinde yutuyor sesimi. Elim ağrıdı. Unutmadan yazmak için bir elimle gözlerimdeki insan müsveddeliğimi silerken diğeriyle kendime yetişmeye çalışıyorum. Kendine yetişmeye çalışmak şimdiye ayıp geleceğe küfürmüş. Kaç yıl oldu? Ben bir tapınak gibi duruyorum. Her yetmiş iki yılda bir santim sapan dünya ve yan yana komikleşen çarpık saraylar. Yöremde benden başka hiçbir şey yok ki tutup bir misal edineyim, izine düşeyim. Büyük bir kaybediş. Büyük bir kayboluş. Kafam gökyüzünde, elimde bir defter; her gece karşı binadaki cam silme hastası komşuma rezil oluyorum. Bir yıldıza seni sorasım var. Buluta sitem edesim var. Çığlık atasım var.


Çığlık deyince zihinde parlak, temiz, düz bir dalga beliriyor. Şiddetli. Her sesi, her çığlığı hava ile birlikte hayal eden bir zihin. E tabii. İnsan hiç nefessiz yaşayabilmiş mi? Boşluk bile yalnız değil. Hava her zaman içinde. Yalnızlığı haykıran bir çığlık hiçbir zaman yalnız değil. Benimkisi havasız bir çığlık. Başı ve sonu sessizlik. İçerden. Bir sigaranın yanışı gibi; sadece kendini yakan ve aydınlatan şekilsiz bir dalga. Hatta köşeli belki ve görünmez. Hatırlamayan insanın ne diye kalbi var ki?


İçim acıyor. Bir Nurofen içtim. Beton elim kadar soğuk. Dolunay var. Karşı komşu yine cama çıktı. Saklıyorum hafifçe yüzümü. Gülerken ağlayası gelen gözümü. Arar gibi değil durur gibi beklemeye çalışıyorum. Hiç faydası yok. Sapacak bir yer de kalmadı. Hafızam kanımla birlikte donuyor. Boşluğa çakılıyorum. Bir şey yapıp bilmediğim bir şeyi kanıtlamam gerek. Şimdi azıcık bir yer buldum ciğerlerimde. Neyse ki hiçbir zaman tam vermedim çektiğim nefesi, almadığım gibi. Son bir gücümü toplayıp elimi kaşınan bir alnım varmış gibi kaldırıyorum. O dua sansın, ben seni arıyorum.

Hoh! 


(Metindeki bazı noktalama işaretleri ve harfler yazar tarafından bilinçli olarak kullanılmıştır.)