hiçbir şey hissedemiyorum. uzun bir süredir yazamıyorum. parmaklarımın arasında tuttuğum kalem buhar olup havaya karışıyor sanki ve içime çektiğim mürekkebin zehirli kokusu her yanımı abluka altına alıyor. belki de çok şey hissediyorum. bilmiyorum. hangisi gerçek olan? karar veremiyorum. o kadar şeyi aynı anda hissetmek belki de beni artık bu eşiksizliğe getirdi ve son nokta olarak da işte buradayım. bu eşikten sonrası her zaman olduğu gibi hissizlikle taçlandırılmış. hayır, düşünülenin aksine bu bir ödül değil. bu bir lanet. kahrolası bir lanet. kördüğüm atılmış, üzerine türlü beddualar okunmuş, üfürükçülerin pis nefesinin kırıntılarını taşıyan, iğrenilen en acı lanet. çünkü hissetmekten çok daha kötü hissedememek. hayatımın en kötüsüyüm. dipteyim. gökyüzünü kumlu gözlerimin ardından çok zor görüyorum. gelecek bana varılması zor olan o çok dik yokuşlu yol gibi. evet, o çok dik yokuşlu yol. öyle dik bir yol ki düşmek kaçınılmaz, yürümek ölüm gibi. tüm ömrümü gibilerle donatıyorum işte. tüm ömrümü hiçbir anlamı olmayan gibilerle... ruhum kıvranışlar içinde. onu bu azaptan çekip çıkartmayı ne çok isterdim. ama yapamayacağımı, buna gücümün yetmeyeceğini biliyorum. elimi verirsem değil kolumu, koskoca bedenimi kaptıracağımdan şüphem yok. sadece susup köşeme çekiliyorum bu yüzden. yaptığım, doğrusu yapabildiğim tek şey artık uyumak ve uyanmak. oysaki bunlar da zaten bir süreden sonra istemsizce bedenin ihtiyaç duyduğu gereksinimlerden dolayı gerçekleşiyor. uyku ve uyanıklık. uyuyorum ve uyanıyorum. uyuyorum ve uyanıyorum. her yeni günüm bir önceki günümün tekrarı. bu defa bu paragrafta gibi'lerin hiçbirine yer vermiyorum. ama bunu söylemek için bile ikinci bir defa yeniden dilime gibi'yi doluyorum. zehir zıkkım bir tadı var. tükürüp üzerine basmak istiyorum. böylece belki de acımı ezebileceğimi düşünüyorum.




bir perşembe sabahını gösteriyor bugün takvimler. en azından hâlâ adımı, yaşadığım yeri ve günlerden ne olduğunu hatırlayabilecek kadar zihnim açık. zihnim açık ama görüşüm bulanık. burnuma dolan limon çiçeklerinin kokusunu tadıyor ciğerlerim ve tattıkça bu kokunun güzelliğiyle birlikte azıyor ciğerlerim. baş döndürücü bir koku. beni yaşadığım şu zaman diliminden alıp bambaşka yerlere götürebiliyor. bambaşka bir yer. -şu pekiştirmeler olmasa nasıl eksik hissediyorum her anlamda. sanki tek kolum yokmuş gibi. aynen öyle. fazlası yok ama eksiği var elbette.- bir insanın bir yerden bir başka yere ışınlanması aslında öyle zor da değil. pek tabii bir koku, bir şiir, bir anı, bir kitap alıntısı, bir film repliği ya da radyoda ansızın çalan bir şarkı yetebilir. yetebilir işte. yetiyor da. limon çiçeklerinin kokusu göğsümü kabartıp duran cinsten. çıplak ayaklarımın dokunduğu toprak bile hissediyor içimdeki bu coşkuyu. işkenceli günlerimin sonunda, nihayet biraz olsun içim kıpırdıyor. ne kadar görünmez zincirim varsa bir bir kırılıyor. aklıma yazmayı çok özlediğim düşüyor. gözlerimi kapatıyorum. yazmayı düşlüyorum. yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum. öyle çok yazıyorum ki durmadan yazıyorum. yazdıklarım dağların doruk noktalarına ulaşıyor ama ben yine yazıyorum. yorulmak nedir hiç bilmiyorum. yüreğimde yine limon çiçeklerinin tapılası kokusunu taşıyorum. ayaklarım toprağa dokunmuyor. kanatlarım yok ama uçuyorum. uçuyorum. güneş'e varıncaya kadar uçuyorum. kelimelerden ibaret olan bu zayıf bedenim ama güçlü zihnim beni hâlâ ayakta tutuyor. gözlerimi açıyorum. artık düşlediğim yerde değilim. yazamadığım o çirkin ve kirli dünyadayım. ayağımın dibinde siyah bir kedi bacaklarıma sürtünüp duruyor. dünyaya siyah bir kedinin gözlerinden bakıyorum ve işte o zaman aslında dünyanın değil de insanların çirkin ve kirli olduğunu fark ediyorum. bu farkındalık dünyanın karşısında boynumu bükmeme neden oluyor. dünyaya artık bir bardak ballı süt ve iki dize şiir borçluyum. bunu bir kenara yazıyorum. kuş sesleri dört bir yanımdan kuşatıyor beni. yenilirsem eğer şimdi yenileyim diyorum tanrıya. daha güzel bir yenilgi olamayacağını biliyorum. kazanmayı istemiyorum. kendimden başka kazanabileceğim hiçbir şey yok çünkü. bu hayatta hâlâ, çok şükür ki kendime sahibim. yine en güzel yenilgim kendime olacaktır, kestirebiliyorum. hayatın bana verdiklerini kabul etmiyorum. -üstelik burun bile kıvırtabilecek kadar şımarığım hâlâ.- çünkü biliyorum. hayat bir veriyorsa beş alıyor. bu yüzden ne bir alıyorum ne beş veriyorum. onunla hesaplaşmamı çok uzun zaman önce bitirdim. şimdi rüzgarın sesine karışan kuş seslerini, ağaç yapraklarının hışırtılarını ve yüreğimin sesini dinliyorum. yenilmek için hazırım. gitmeliyim.




sağ kolumu havaya kaldırıyorum. gülümsüyorum. rüzgar yüzünden saçlarım yüzüme çarpıp duruyor. tam iki kuş gelip işaret parmağımın üzerine tünüyor. onlara bakıyorum. bana bakıyorlar. bir avuç yemim olsa ne güzel olurdu, diyorum. ama yok ki. yok ki işte. yüreğimi size yem yapsam kabul eder misiniz, diyorum. çok sessiz konuşuyorum. sanki sesim biraz daha yüksek çıksa birilerine saygısızlık edecekmişim gibi korkuyorum. korkmak güzeldir derler, en az şüphe kadar. insanı ayakta tutar. ama fazlası da tüketir insanı. yer bitirir. zaten, diyorum kendi kendime, her şeyin iyisiyle kötüsüyle fazlası tüketmez mi insanlığı? tüketir. bizi de bu doyumsuzluğumuz tüketti. beni de yazmaya ve yaşamaya olan doyumsuzluğum tüketti. yazdıkça daha çok yazmak istedim. öyle ki gözüm artık başkaca hiçbir şey görmedi. yazma tutkum yüzünden her şeyimi kaybettim. hayata kızamam, ne ettiysem kendim ettim. ne kazandıysam yine kendim kazandım. bu yazma tutkum beni evimden etti, sevgilimden etti, yaşamımdan etti. yazmak nefes almak demekti benim için. her gün biraz daha nefesimi kaybettim. ve şimdi artık yazamıyorum, işte bu yüzden yaşayamıyorum. yine en büyük fenalığı kendime yapmışım. kendime acıyorum. kuşlar birbirini öpüyor gagalarıyla. ne güzel, diyorum. keşke bir kuş olsaydım. en azından yazmak nedir hiç bilmezdim. böylece uçardım. kanat çırpıp uçardım. güneş'e ve sonra sevgilime varıncaya kadar uçardım. ama ne ben kuşum, kanatlarım var, uçabilirim ne de sevgilim bekler artık beni.




“sevgili dünya, sana iki dize şiir borcum var. lütfen dört bir yanından limon çiçeği kokusunu eksik etme. eğer olur da edersen, ki sen etme, bana bir çift kanat borcun olsun.”