Sevgili Zülfü Livaneli'nin kaleminden çıkmış en değerli eserlerden birisi Serenad.


Her okurun kendini tatmin edeceği şekilde birçok konu barındıran ve teknik bakımdan oldukça başarılı bir roman. Bu sebeplerin en başında olağanüstü bir kurgu ve bunun dahilinde içine sürükleyen bir öykü anlatımı geliyor. Türk okurunun romanlarda en çok aradığı özellik sürükleyici olması iken bu eser bu ihtiyacı fazlasıyla karşılıyor. Bunun yanı sıra toplumdaki kadın-erkek, anne-oğul, hoca-öğrenci gibi sosyal hayatımızda sahip olduğumuz rollere dair hikayeler ile karşılaşıyoruz. Hem gerçek yaşanmışlıklardan hem de tarihin acı olaylarından yararlanan Livaneli, her satırında insanın hem aklını hem de kalbini derinlemesine etkiliyor.


Geçmişimize dair bilgileri öyle mütevazı ve insanın ruhuna dokunacak şekilde veriyor ki tüm her şeye bir iki adım geriden bakıp daha nesnel yaklaşmamızı sağlıyor. Bunu yaparken de hayranlık, sevgi, aşk, aile bağları ve millet sevgisini dahil ederek her bireyin hayatını yeniden sorgulamasını sağlıyor.

Alt metin olarak birçok konu işlense de asıl kahramanlarımız Maya ve Profesör Wagner'dir. Profesörün yurt dışından Türkiye'ye gelmesi ve üniversitede rektörün yardımcısı olarak görev yapan Maya ile yolunun kesişmesini konu alan eserde özellikle Nazi Almanya'sı zamanında çoğu Yahudi'nin acı çekmesi gibi Wagner'in de bu yıllarda nelerle mücadele ettiğine şahit oluyoruz. Bir yandan Wagner'in aile kurma ve hayatta kalma çabalarını okurken, diğer yandan Maya'nın da kendi aile geçmişine dönüşünü, bilinmeyen acı dolu yıllarını öğreniyoruz.


Kitapta İstanbul'un günlük ve tarihi-mimari yaşamını takip edebiliyor, popülerleşmenin insan hayatına etkisini fark ediyor, bir devletin sırf sahip olduğu gücü kaybetmemek adına insanlarından vazgeçişine tanıklık ediyor, evlilik ve erkek-kadın ilişkilerine dair sorgulamalarda bulunabiliyor, basının bir hayata nasıl müdahil olup onu istediği şekilde yönlendirdiğini görebiliyoruz. Kısaca bu roman insanın var olduğu ve sonucunda getirdiği neredeyse tüm iyi ya da kötü şeyleri gözler önüne serip hızlıca ama dolu dolu geçen bir hikaye sunuyor.

"Her bir insanın insanın hikayesi, bizi kendi başımızdan geçen olaylar kadar ilgilendirirdi. Yeter ki kendi gerçekliği içinde kavransın. Her hikaye, sonuçta insan varoluşunun bir hikayesi değil miydi? Ve akıp giden hayatı?"


(Not: Kitabı her okuyuşumda dinlediğim tek bir müzik vardı. Schubert - Serenad

https://www.youtube.com/watch?v=PXis0PtqdXw

Kitabın ilgili yerine gelindiğinde daha iyi hissedilen bir parçadır.)