Çok yalnızım, anlıyor musunuz? Anlamanız için dinlemeniz gerekir. Ama siz dinlemiyorsunuz ki beni. Sesim yok oluyor aranızda, sesimi duyuramıyorum. Öyle sağır kesilmiş ki kulaklarınız sözlerime, her seslenişim kırılan ayna misali. Paramparça ve darmadağın. Ağlamak istiyorum. Hiç kimse sebebini sormasın, hiç kimse dönüp bakmasın yüzüme ağlarken. Öyle ağlayayım ki içimi zehirleyen gözyaşlarım, bu sefer bir işe yarasın da temizlesin ruhumu! Yalnızlığım da kemik gibi batıyor bedenime. Öyle çok acı çektiriyor ki anlatamam. Kaburgalarımı eziyor, handiyse göğsüm patlayacak nefessizlikten. Ve bum! Yok olacağım. Ne olur bırakın, yok olayım. Kendime geleyim ve kendimde yok olayım. Zaten tıkalı kulaklarınız, gözleriniz de körleşsin hâlime, ne olur! Duymadığınız gibi görmeyin de. Bırakın da ağlayayım, akıtayım beni yakıp kül eden ne varsa. Ağlamak da güzeldir, vallahi bak. Pirüpak eder sizi. Gülüşüm nasıl normal geliyorsa sizlere, bırakın ağlayışım da normal gelsin. Ben de insanım yahu! Yok saydığınız ben, bir insanım. Evet, benim de kalbim var. Evet, paramparça ettiğiniz bir kalbim var. Ve sanırım miadı dolmak üzere. İnsanca yaşamaya geldiğim dünyadan, insanlık görmeden gideceğim. Diktiğim güllerin soluşunu izliyorum, bahçemde dikenler ve otlar baş göstermeye başladı. Ne hâle getirdiniz, görün! Ne de çok çabaladım, ne de çok uğraştım güllerim solmasın diye. Ama ısırgan otları ektiniz gizli gizli bahçeme, her yürüyüşümde tenimi yakan. Güllerimi zehirlediniz. Beni zehirlediniz. Kalbimi zehirlediniz. Bahçemi de beni de sonsuz kışa mahkûm ettiniz. Her güzelliğimiz karlar altında artık. Bense yaprakları bile kendisini terk etmiş, kapkara, öylece bir köşede tek başına dikilen ağacım işte. Sonsuz kıştayım. Bahar yüzü görmeyeceğim. Siz var olun, ben zaten varlığınızla yok oldum. Şimdi bırakın da öleyim.