KAYIP RUHUN AKLI


               "Dick Laurent öldü."

               Beynin en tıkanık lobları hep gerçekliği gizlemek adına oralarda illegal işler yapan bir düzine trafik polisi tarafından tıkanır. Ceza kesmiyormuş gibi yapıp fark ettirmeden ceza keserler üstelik. Kağıdın üzerinde ceza olarak da ödenmesi gereken bir meblağ değil "psycogenic fugue" yazılmış olduğu görülür zaman zaman. Nam-ı diğer "kısa süreli hafıza kaybı". Bizim Fred'e kesilip biçileni tam da bu. Ama adam öyle umursamaz ve öyle obsesif odakları var ki, o kağıdı daldan düşüp sileceğine sıkışmış çürük bir yaprak addedip üzerine dahi bakmadan buruşturup otobanda son süratle gittiği bir anda pencereden dışarı atıp kağıt parçacığını kayıplara karıştırtıyor. Tamam Fred, hepimiz hız tutkunu yanımızı otobanlara saklıyoruz ama bu kadar da değil!


               Filmde Renee'yle karşılaşınca o gri ev göze kırmızı görünmeye başlıyor. Kadının kırmızısı. Şehvetin. Bu kadının bakışlarının gezintisi hâlinden; dişlerinin dudaklarının eşiğinde beklediği yere kadar "bu karakter femme fatale ikonu olmak için yaratılmış" diyor insan ister istemez. Böyle kadın adamı çöllere düşürür vallahi!

Fred'in de Renee'nin aksine yatakla başı belada. Ona dokunmak istediği ve tabiri caizse onu bulutlara çıkarmak istediğinde yerin dibine giriyor. Renee'nin sırtını sıvazlayan eli ona ağır geliyor, sırtında tonluk bir yükmüş kadar ağır.

Derdi Fred'e yetmiyormuş gibi evlerine postalanmaya başlayan adsız kasetler günden güne onu huzursuz ediyor. Kasete önce Renee'nin rastlamış olması da Fred'i olduğundan daha paranoyak bir hâle sokuyor. Görüntüler önce evlerinin dışında başlıyor ve bitiyor fakat sonraları salonlarının hatta yatak odalarının bile kaydedilmiş olduğunu görüyorlar. Oysa Fred kameralardan nefret ediyor. Öyle ki evlerine gelen dedektiflere şüpheleri üzerine çekme olasılığını es geçip "Hatırladıklarımın yaşandığı gibi olması gerekmez" diyor. Bu da gerçeği görecelileştiriyor. İstediği şekilde gitmeyen gerçeğe karşı manipülatör rolünü üstleniyor kendi kendine.

               Fred'in pek haz etmediği Renee'nin arkadaşı Andy evinde bir parti düzenliyor ve çiftimiz oraya teşrif ediyorlar. Renee'nin Andy'le fazla samimi olması Fred'i öfkelendiriyor, daha şüpheci yapıyor ve yeni sorular yaratıyor. Hadi bunları bir kenara atalım; adı üstünde olan Gizemli Adam, Fred'le konuşuyor ve o sırada zaman-mekân kavramının darmaduman olduğu bir telefon konuşması yaşatıyor bizimkine. Bu ev, ve bu evde olan her şey Fred'in bilinçaltının yaşamsal halinden başka bir şey değil sanki. Az evvel kenara attığımız tüm duygular da Gizemli Adam'ın ta kendisi ve Fred onunla karşılaşmasından hemen sonra onun da kenara atmış olduğu tüm siyah renkli duygu ve düşünceleri ortaya çıkmış olarak buluyor. Esasen kendisi çıkartıyor ama hatırlatırım: psycogenic fugue.

               En son gelen kasete bakılırsa Renee öldü. Fred öldürdü. Kaseti oynatıcıya yerleştirdikten biraz sonra da bunu gözleriyle gördü, inanamadı, şüphelendi, inanır gibi oldu, inanamadı. Dedektiflerin varlığını hatırlarsak Fred'in içeri girmesi pek de uzun zaman almadı. İçerisi dediğim: tek kişilik bir hücre. Şiddetli baş ağrılarıyla kendinden geçen Fred, Pete adında bir genç olarak uyandı. Nasıl yani? Çünkü Fred'in hatırladıklarının, yaşandığı gibi olması gerekmez. Kendisi de dahil.

Tam bu noktada Fred karısını öldürdüğü gerçeğinin, karısının sırtını sıvazlamasıyla kıyaslanamayacak kadar ağır gelmesiyle bir paralel evren yaratıyor, ve onu yaşamaya başlıyor. Ne manipülatör ama! Tahmin edileceği üzere Pete'in seks hayatı mükemmel. Kendine güveniyor, cesur ve en önemlisi genç. Birçok bağlamda Fred’in tam aksi. Bu yeni evrende Alice adında sarışın bir kadına rastlarız, inanın bana, yüzü de bir yerden tanıdıktır. Alice, Renee’nin bu evrendeki reankarnasyonudur denebilir. Ve elbette Alice ile Pete’in yolları kesişir. Alice’i Renee’dan daha etkin görürüz, burada nerdeyse her şeye o yön verir.

Gelelim görelim ki bu gerçek dışı hayat bile ters gider Fred için, ay, yani Pete için. Bu, Fred’in ruhunun en derinindeki karakter özellikleriyle birebir ilişkilidir. Fred öyle güvensiz ve paranoyak bir ruhtur ki, kendi şahane Pete yaratısında bile ruhu onun talihini yine köreltir. Pete’i deviren de delice bağlı olduğu Alice’in ona “bana hiçbir zaman sahip olamayacaksın” demesidir. Bu darbeyle Pete birden Fred’e dönüşüverir. Yani hayal yaşamının içinde kaçtığı gerçek yaşamına dair izler buldukça buradan da kaçıp bu kez gerçekliğe sığınır.

Fred kendine kaç evren yaratırsa yaratsın, onu yine muhtemel başarısızlık bekliyor. Ruhunda barındırdıkları onu kayıp otobana sokmuş bir kere ve görünene göre çıkış yolunu bulmasına da ilelebet engel olacak. Muhtemelen her seferinde hikaye Fred’in Pete’den dönüşünde de olduğu gibi nasıl başladıysa öyle bitecek:

“Dick Laurent öldü.”