yüzünün bana dönük kısmından bahsediyorlar önce,

gövdenin usul usul başka hayatlara çoktan döndüğünden.

ve benim hiç fark edememiş olmama şaşıyorlar.

gördüklerini söylüyorlar, gözleri bir yarasa kadar keskinmiş hepsinin.


bir çocuk gibi inşa ettiğim şeyin aşığı olmam acınasıymış,

söylüyorlar,

arkalarını dönüyorlar.

ve tekrar konuşuyorlar biliyorum.


herkesle olan kavganı anlattım,

dedim ki yol onundu,

çiçekliydi hep karar verdikleri,

ne dese yosunlu bir taş kadar ağırdı hem de.

incindiğim yerlerin de altını çizdim onlara anlatırken.

çünkü söylediklerin inci bir kalemle yazılmış gibi hala okunaklı.

sana günah çıkarıyorum, bir kere olsun duy.


-ve öylesine kötü bir sıfat yakıştırıyorlar ki senin yanına-

seni alıp hareket eden ne varsa ondan saklamak istiyorum.

benim üstüme kapattığın her kapıyı ben de onların üstlerine kilitliyorum.

ben - seninle dünyanın arasında aceleyle verilmiş bir karar gibi kaldım.


su gibi seni incitmeden uyurdum koynunda

sarıldığında alnımda ağaçlar yetişirdi,

üç kuruşluk yüzün vardı biliyordum,

beni hep aynı yerden özenle kırardı.


bu taşların evi,

seninle benim yakıp ardına bakmadığımız bu bütün odalar.

ne gece

ne ateş

ne de yuva kaldı aramızda

teselliden başka hiç.


dilemiştim ki sen gittin diye yağmur yağmasın hiç,

belki bu bağrıma yerleşen şey sadece benim kusurumdur,

neden senin sesin bir denizin üstünde boy boy uzanıp durur?

ve her eve döndüğümde,

tekli koltukların gururu beni küfür gibi incitiyor.


bu belki bir çocukluktur sinemdeki,

söyle lütfen,

kusurum varsa şimdi sana gittiğin yerlerden bile uzanırım.

ben bir aile günahı gibi yanında tabuyum.

ve seni hiç gülümsetmemişim gibi uzaklaşıp yok oluyorsun benden.

elim ardından silinip sonunda yok oluyor.


madem insan inşa eder ve bir anda sınanır,

dalgın bir koy gibi kendimin son uğrak noktası olurum ben de.


bazen bir simsiyah kuyuya denir kalmak diye,

ve herkesin yanında öylece durmak da bir intihardır.