“Hayatımın en büyük pişmanlığını söyleyeyim: Aşkımın gitmesine izin verdim.”
Film izlemeyi bir aktivite olarak değil de bir ihtiyaç gibi görmeye başladığınız ilk anda izlediğiniz filmlerin sayısını tutmayı bırakıyorsunuz. Bu da izlediğiniz sayısız film olmasını ve hangisinin en iyi film olduğuna karar verememenizi beraberinde getiriyor. Ben de henüz en sevdiğim filme karar vermiş değilim fakat bu soruyla karşılaştığımda ilk aklıma gelen film her seferinde ”Magnolia” oluyor. Macy karakterinin Donnie Venedik Taciri’nden bir alıntısında özetlediği gibi “Babalarının günahlarını çocukları çekmemeli.” diyor Paul Thomas Anderson’ın Manolya’sı.
Manolya, altı farklı insanın bir gününü anlatıyor. Bu altı insan, bir sokakta birbirlerinden habersiz aynı saatte yürüyebiliyorlar. Yaşam biçimleri tamamen farklı olsa da filmdeki tüm karakterlerin çok önemli ortak özellikleri var. Sorunlu bir babanın sebep olduğu sorunlu bir hayat, tesadüfler, acılar ve tabii ki pişmanlıklar.
Filmin seyir zevkini bu kadar yüksek kılan birkaç özelliği de var. Bunlardan biri, hikaye akışında bir şeyin nedenini anlamamız için onu görmemize gerek olmaması. Filmde olaylar o kadar sistematik ve akıcı bir şekilde işlenmiş ki bunu birkaç sahne veya repliğe gerek duymadan anlayabiliyoruz. Bu bağlamda Manolya bize şunu veriyor: Film hem çok açık hem de mesajlarla dolu. İkincisi ise her izlediğimizde -ki evet, birçok kere izledim- bambaşka detaylarla karşılaşabiliyoruz. Bu da üzerine daha çok düşünülecek mesaj olduğu anlamına geliyor.
Yazımı sonlandırırken Manolya hakkında bir şey daha söylemek istiyorum. Eğer hayattan almak istediğiniz cevaplar varsa Manolya size bu cevapları sunmayacaktır. Aksine bunca cevapsız soru varken hayatımızda, Manolya işi biraz daha zorlayarak sorular sormaya devam ediyor size. Cevap verebildiğiniz kadar da kabul ediyorsunuz bir şeyleri. Bu yüzden izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü belki de ihtiyacınız olan şey bir cevapta gizli değildir.